Perspektif

“Aristokratik oligarşi” Davos’ta bir araya geldi

İzleyiciler, 23 Ocak 2025 Perşembe günü İsviçre'nin Davos kasabasında düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu Yıllık Toplantısı'nda ABD Başkanı Donald Trump'ın yaptığı sanal konuşmayı takip ediyor. [AP Photo/Markus Schreiber]

Bu hafta dünyanın dört bir yanından 1.000’den fazla özel jet, Dünya Ekonomik Forumu’na katılmaları için banka CEO’larını, enerji yöneticilerini ve devlet başkanlarını taşıyarak İsviçre’nin kayak merkezi Davos’a geldi.

Zirve öncesinde, yoksulluğa karşı yardım kuruluşu Oxfam yıllık raporunu yayımlayarak, dünya milyarderlerinin servetinin tek bir yılda 2 trilyon dolar arttığını ve bu oranın 2023 yılında gerçekleşen artıştan üç kat daha hızlı olduğunu belirtti.

Rapor, en zengin 10 kişinin her birinin servetinin, 2024 yılında günde ortalama yaklaşık 100 milyon ABD doları arttığını ortaya koydu. Oxfam, 2023 yılında on yılın sonunda bir trilyoner olmasını beklerken, şimdi beş trilyoner olmasını bekliyor.

Oxfam, bu seçkinlerin artık “aristokratik oligarşi” olarak adlandırdığı bir yapı oluşturduğunu, servetlerini öncelikle miras yoluyla biriktirdiklerini ve nesilden nesile aktardıklarını yazdı.

Rapor, toplumsal eşitsizliğin büyümesini sanayinin giderek tekelleşmesine bağlıyor. “Tekeller sanayiler üzerindeki hakimiyetlerini sıkılaştırdıkça, milyarderlerin servetleri daha önce görülmemiş seviyelere fırlıyor. Tekel gücü dünya çapında aşırı zenginliği ve eşitsizliği artırıyor.”

Oxfam, 2014 yılında Dünya Ekonomik Forumu öncesinde eşitsizlikle ilgili yıllık bir rapor yayımlama geleneğini başlattı. O yıl dünyanın en zengin insanı Bill Gates’in net serveti 76 milyar dolardı. Bugün ise dünyanın en zengin insanı olan Elon Musk’ın net serveti bunun beş katından fazla olup 427,5 milyar dolardır.

Oxfam 2014 raporunda şu uyarıda bulunmuştu: “Ekonomik kaynakların daha az sayıda insanın elinde bu denli yoğunlaşması, kapsayıcı siyasi ve ekonomik sistemler için önemli bir tehdit oluşturmaktadır.”

On yılı aşkın bir süre sonra, bu uyarı artık geleceğe yönelik değil, şimdiki zamana dairdir. Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık’ta neo-faşist partiler seçimlerde büyük kazanımlar elde ettiler. Ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, 2020’de faşist bir darbe girişiminde bulunan Donald Trump, Amerikan oligarşisi tarafından bir kez daha Beyaz Saray’a taşındı.

Amerikan devletinde “devrim” diye nitelediği süreci yönetmekle meşgul olan Trump, etkinliğe şahsen katılmadı. Bunun yerine uzaktan katılarak 850’den fazla konferans katılımcısına dev bir ekranda kısa açıklamalarda bulundu. Washington Post’tan David Ignatius’un anlattığı gibi:

Trump’ın görüntüsü birden fazla ekran aracılığıyla salona hakim oldu. Orta sahnedeki sinema salonu büyüklüğündeki ekranda görünen imparatorun altında, WEF logolu koltuklarında küçücük görünen beş iş dünyası ve siyaset lideri oturuyordu. Bir zamanlar onlara “evrenin efendileri” denebilirdi ancak şimdi onlar sadece Übermensch’e [üstinsan] yumuşak sorular yönelten birer yalvarıcıydılar.

Trump kendisini, panelde ona yalakalık yapan, pohpohlayan ve öven banka ve enerji yöneticilerinin üzerinde konumlandırdı. Ancak her diktatör gibi o da sadece kendisi için değil, bir sosyal sınıf adına konuşuyor. Trump, Amerikan mali oligarşisinin en yağmacı içgüdülerine tercüman oldu. Onun Amerika Birleşik Devletleri vizyonu, şirketlerin ülkenin işçilerini ölümüne sömürmekte, havasını zehirlemekte ve sularına zehirli atık boşaltmakta özgür olduğu bir vizyondur.

Trump, “Yönetimim... önceki dönemimdeki rekor düzeydeki çabaları bile aşarak tarihteki en büyük deregülasyon kampanyasını başlattı,” dedi. “Dünyada fabrika kurmak ya da şirket büyütmek” için ABD’den daha iyi bir yer olmayacağı sözünü verdi.

Trump, ABD’de kurumlar vergisi oranının şu anda yüzde 21 olduğunu belirterek, “şimdi bunu yüzde 21’den yüzde 15’e indireceğiz” dedi. Trump sözlerine şöyle devam etti: “Yüzde 15 olabildiğince düşük. Ve büyük bir ülke için açık ara en düşük oran.”

Trump bu programın “bir sağduyu devrimi” olduğunu söyledi. Aslında bu, oligarklar arasında “sağduyu”dur; yani en son ne zaman tarifeli bir havayoluyla uçtuklarını hatırlamayan ve işçilerin neden karınlarını doyuracak kadar kazanmak ve ölene kadar çalışmamak gibi mantıksız taleplerde bulunduklarını anlayamayan insanlar arasında bir “sağduyu.”

Ancak Trump sadece Amerikan halkından değil tüm dünyadan boyun eğmelerini talep etti. Zorbalık yaptı, tehdit etti ve kandırdı. Hüküm giymiş bir suçlu, reality şov yıldızı ve emlak dolandırıcısı olan Donald Trump, Capo di Tutti Capi [mafya babalarının babası] rolünü üstlenerek Avrupa’nın oligarklarına “reddetmeyecekleri bir teklif” yaptı:

Dünyadaki tüm işletmelere mesajım çok basit: Gelin ürününüzü Amerika’da üretin, biz de size dünyadaki tüm uluslar arasında en düşük vergileri verelim. Bu vergileri, önceki Trump vergi indirimlerinden bile çok daha aşağıya çekiyoruz. Ancak ürününüzü Amerika’da üretmezseniz, ki bu sizin takdiriniz, o zaman çok basit bir şekilde gümrük vergisi ödemek zorunda kalırsınız.

Bunun ardından Trump, Kanada’yı ilhak etme tehditlerini yineledi. “Her zaman bir eyalet olabileceğinizi söylüyorum ve eğer bir eyalet olursanız, açığımız olmayacak.” Ertesi gün Trump, Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen’i arayarak Arktik’teki Grönland adasını ABD’ye devretmesini istedi. Görüşmeyi dinleyen bir yetkili, Financial Times’a “Niyet çok açıktı. Orayı istiyorlar. Danimarkalılar şu anda kriz modundalar,” diye konuştu.

Trump’ın ülke içinde mali oligarşisinin diktatörlüğünü kurma çabaları ile Kanada’yı ilhak etme yönündeki çağrılarından başlayarak Amerika ve Avrupa’yı boyunduruk altına alma çabaları arasında derin bir bağlantı vardır. 100 yılı aşkın bir süre önce Vladimir Lenin, 1916 tarihli ufuk açıcı çalışmasında emperyalizmi “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak nitelendirmişti.

Tekeller, oligarşi, özgürlük eğilimi yerine egemenlik eğilimi, sayıları gitgide artan küçük ya da zayıf ulusların zengin ve güçlü birkaç ulus tarafından sömürülmesi – bütün bunlar emperyalizme, onu asalak ve çürümüş kapitalizm haline getiren ayırt edici özellikler kazandırmıştır. [Vladimir Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, Yedinci Baskı, s. 150, Çeviren: Cemal Süreya]

Lenin’in zamanında olduğu gibi, emperyalist toplumsal düzenin en temel ve asli özellikleri baskın hale gelmektedir. Ülke içinde diktatörlük, tekelcilik ve işçi sınıfının giderek daha fazla ezilmesi. Uluslararası ilişkilerde ise küresel egemenlik amacıyla korsanlık, sömürgecilik ve ekonomik ve askeri politikaların birleştirilmesi. Tüm bu kapitalist çürüme süreçleri Trump’ta, yani oligarkların Führer’inde birleşik ifadesini bulmaktadır.

Trump ve oligark arkadaşlarının inşa etmekte olduğu mali sermaye diktatörlüğü, Trump’ın inşa etmekte olduğu oligark cennetinde sefil bir yoksulluğa düşürmeyi umduğu işçi sınıfının zararınadır.

Ancak tüm modern tarih, böylesine büyük servet ve güç yoğunlaşmalarının kaçınılmaz olarak devrimci ayaklanmaların habercisi olduğunu öğretmektedir. Toplumdaki tüm zenginliği üreten ve tüm toplumu bir anda durma noktasına getirebilecek olan işçi sınıfı, bu konuda kendi sözünü söyleyecektir.

Loading