Fransa, Almanya, İtalya ve Britanya dahil dünyanın en güçlü emperyalist devletlerinin liderleri ile AB ve NATO başkanları, Ukrayna’daki savaşla ilgili 24 saatten az bir süre önce duyurulan kriz görüşmesi için Washington’a uçtular.
Bu eşi görülmemiş zirveyi tetikleyen, cuma günü Alaska’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ABD Başkanı Donald Trump arasında yapılan görüşme oldu. Bu görüşmede, ABD başkanı, Moskova’yı izole etme yönündeki önceki çabalarının tam tersine, on yıl sonra ilk kez Rusya liderini Amerikan topraklarına davet etti.
NATO ittifakı tarafından Rusya’ya karşı vekalet savaşında silahlandırılıp finanse edilen Ukrayna, kriz görüşmelerinin hemen öncesinde bir dizi büyük askeri yenilgiye uğradı. Büyük bir insan gücü sıkıntısı ve artan iç muhalefetle karşı karşıya olan Ukrayna, askeri çöküşün eşiğinde bulunuyor.
Birlik görüntüsü vermek için her türlü çabayı gösteren Avrupa ve ABD liderlerinin planları, birbirleriyle çelişki içindeydi. Toplantı saat 19:00’dan önce aniden sona erdi ve planlanan akşam yemeği beklenmedik bir şekilde iptal edildi.
New York Times, kulislerdeki atmosferi “panik” olarak nitelendirdi. Bir Avrupalı diplomat, gazeteye “Irak Savaşı’ndan bu yana pazartesi günkü gibi bir toplantının bu kadar çabuk bir araya geldiğini hiç görmediğini” söyledi.
Zirve, Ulusal Muhafız birliklerinin sokaklarda devriye gezdiği, fiilen askeri işgal altındaki Washington’da yapıldı. Trump’ın kamuoyu onay oranı, görev süresinin en düşük seviyesine indi ve diğer NATO liderleri de kendi ülkelerinde popüler değiller.
Anlaşmazlıklar ne kadar büyükse, Avrupalı liderler, Trump’ı çağın büyük barış elçisi olarak överek bu anlaşmazlıkları o kadar örtbas etmeye çalıştılar. Avrupalı liderler, panik ve kriz atmosferini ve ABD ile emperyalist müttefikleri arasında Ukrayna’daki savaş konusunda ortaya çıkan büyük farklılıkları, dalkavukça övgülerle gizlemeye çalıştılar.
Birbiri ardına, Amerikan başkanına coşkuyla teşekkür ve övgüler yağdırdılar, neredeyse eğilip Trump’ın yüzüğünü öpmek için yalvarmadıkları kaldı. Ortam, The Godfather veya The Sopranos dizilerinden bir sahneyi andırıyordu.
Trump’a övgüler yağdırdıktan sonra, NATO birliklerinin Ukrayna’ya konuşlandırılması ve çatışmanın yeniden patlak vermesi halinde NATO üyelerinin Rusya’ya karşı savaşa girmesini gerektirecek “5. madde benzeri” güvenlik garantilerinin verilmesi gibi asıl taleplerine döndüler.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, toplantı öncesinde yaptığı açıklamada, “Sonunda bu süreç reddedilirse, yaptırımları artırmamız gerektiğini söylemeye hazırız,” dedi.
Almanya Şansölyesi Friedrich Merz de “Rusya’ya baskı yapmaya çalışalım, çünkü bugünkü bu çabalarımızın, bu çabaların inandırıcılığı en azından ateşkesin sağlanmasına bağlı,” dedi.
Başka bir ifadeyle, Avrupalı güçler barış hakkında basmakalıp sözler sarf ederken, NATO’nun savaşa müdahalesinin önemli ölçüde artırılmasını istiyorlardı.
Bu açıklamaların ardından Rusya Dışişleri Bakanlığı, NATO birliklerinin Ukrayna’ya gönderilmesi talebini “Rusya için kategorik olarak kabul edilemez keskin bir tırmanma” olarak nitelendiren bir bildiri yayımladı. Bildiride, böyle bir eylemin “öngörülemeyen sonuçları olan kontrolsüz bir çatışmanın tırmanmasına” yol açabileceği de eklendi.
Görünüşte aşılmaz bu anlaşmazlıklara rağmen, Trump toplantının ardından Truth Social’da şöyle yazdı: “Herkes Rusya/Ukrayna için BARIŞ olasılığından çok memnun.”
Macron ise toplantı sonrası yaptığı açıklamada, “Başkan Putin’in de barış istediğine ikna olmadım. Onun nihai hedefi, mümkün olduğunca fazla toprak kazanmak ve Ukrayna’yı zayıflatmak,” dedi.
Washington’daki kriz zirvesi, somut bir anlaşma veya politika olmadan, sadece müzakerelerin Trump, Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy arasında üçlü görüşmeler şeklinde devam edeceğine dair belirsiz açıklamalarla sona erdi.
Ukrayna’da askeri bir bozgun ile karşı karşıya olan Trump yönetimi içindeki önemli hizipler, Çin’i hedef alan Pasifik’teki askeri yığınağa kaynak aktarmak için ABD’nin Rusya ile savaşa müdahalesini azaltmaya çalışıyorlar. Bu değişiklik, sadece Washington’ın Avrupalı müttefikleriyle anlaşmazlıklarını değil, aynı zamanda ABD’nin kendi içindeki bölünmeleri de derinleştirdi. Bu iç ve dış çatlaklar, giderek daha öngörülemez sonuçlar doğuruyor.