Charlie Kirk suikastı, Trump yönetimi tarafından, polis devleti diktatörlüğü hazırlıklarına artan muhalefete ve demokratik haklara karşı koordineli bir saldırı yapmak için kullanılıyor.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin (WSWS) silahlı saldırının ardından uyardığı gibi, Trump yönetimindeki Hitler hayranları, iyi bilinen Nazi taktik kitabını uygulamaya geçiriyorlar. 1930’da Naziler iktidara gelmeye uğraşırken, öldürülen fırtına birliği üyesi Horst Wessel’i faşist davanın şehidi haline getirmişlerdi. 1933’te Hitler’in iktidara gelmesinden sadece birkaç hafta sonra, yeni rejim, diktatörlüğün kurulmasına bahane olarak Reichstag’ın (Alman parlamentosu binası) gizemli bir şekilde yakılmasını kullanmıştı.
Kirk suikastı, Trump’a Horst Wessel ve Reichstag yangınının günümüz versiyonunu uygulama imkânı verdi.
Trump hükümetinin niyetlerinin en açık ifadesi cuma günü Trump’ın politikadan sorumlu başkan yardımcısı ve İç Güvenlik Danışmanı Stephen Miller’dan geldi. Miller, yönetimin faşizan programının baş mimarıdır ve Trump’ın sert nutuklarını anayasaya aykırı kararnamelere ve baskıcı uygulamalara dönüştürmekle görevlidir.
Fox News’te Sean Hannity ile yaptığı hiddetli bir konuşmada Miller, demokratik haklara savaş açma tehdidinde bulundu. Hiçbir kanıt sunmadan, silahlı saldırının sol kaynaklı bir “iç terörizm” ürünü olduğunu iddia ederek şunları söyledi: “Solun insanları cumhuriyet düşmanları olarak nitelendirdiği, onlara faşist dediği, organize internet ifşa kampanyalarını gördüğünüzde… İnsanları, onları öldürmeye teşvik etmeye çalışıyorlar. Amaçları bu. Niyetleri bu.”
Bu açıklamalar, Utah’ın kırsal kesiminde Cumhuriyetçi bir aileden gelen katilin cinayet nedeni hakkında henüz hiçbir bilgi mevcut değilken yapılmıştır. Her halükârda, saldırganın asıl sebepleri Trump yönetiminin planlarıyla alakalı değildir.
Miller’ın öfkesi, işçi sınıfını ve diktatör adayına sadakatsizlikle suçlanan Amerikan halkının tüm diğer kesimlerini hedef almaktadır. Miller, “federal çalışanları”, “eğitimcileri”, “sağlık çalışanlarını”, “hemşireleri” ve “profesörleri”, “Charlie Kirk suikastını kutladıkları” iddiasıyla hedef aldı.
Miller, Kirk’in ve kendisinin Anayasayı ortadan kaldırmak amacıyla canice bir komplo kurmaktan suçlu olduğunu gösteren son derece ifşa edici bir açıklama yaptı. Kirk’ün kendisine söylediği “son sözler”i aktarma iddiasıyla, onun şunları söylediğini belirtti: Amerika Birleşik Devletleri, “bu ülkedeki radikal sol örgütleri ortadan kaldırmalı ve bunlarla mücadele etmelidir.”
Miller, bunun, Trump’ın liderliğinde, şantaj, komplo ve isyan suçlamaları dahil olmak üzere gerekli her türlü yöntem kullanılarak yapılacağına yemin etmiştir. Trump’a karşı çıkan herkes “iç terörist” olarak damgalanacak, işlerinden ve mali kaynaklarından mahrum bırakılacak ve mümkünse hapse atılacaktır. Hannity, Miller’ın tehditlerini “ağzına sağlık” diyerek destekledi.
Bu dil, iç savaş dilidir. Nitekim, Trump’ın eski baş stratejisti ve MAGA hareketinin ana sözcülerinden biri olan Stephen Bannon, “Sol, Amerika’ya savaş açtı” ve “Trump, savaş dönemi başkanıdır” şeklinde açıklamalarda bulundu.
New York Times bu açıklamayla ilgili pazar günü şu yorumu yaptı: “Trump’ın kendi halkının bir kısmına karşı savaşan bir savaş dönemi başkanı olduğu düşüncesi, onun başkanlığının ne kadar farklı olduğunu gösteriyor.” Trump, “ulusal birlikle ilgili olağan klişeleri bir kenara bırakarak, ABD’ye yönelik en büyük tehdidin ‘içerideki düşman’ olduğunu ilan etti.”
“İçerideki düşman”; işçi sınıfı, öğrenciler ve faşist rejime herhangi bir şekilde muhalefet eden herkestir.
Trump kafasına göre hareket etmiyor. Amerikan oligarşisi adına konuşuyor ve yönetiyor. Kirk’ün öldürülmesinden sadece birkaç gün önce, Trump Beyaz Saray’da ülkenin önde gelen milyarderleriyle özel bir akşam yemeği düzenledi. Milyarderler kameralar önünde onu övgüye boğdular ve kendisine destek sözü verdiler.
Kameralar kapandığında ise milyarderlerin Trump’a, sınıf çatışmasının tırmanmasıyla ortaya çıkan tehlikelere karşı kârlarını ve özel servetlerini korumak üzere gerekli her şeyi yapacağına dair kesin güvenceler vermesi için baskı yaptıkları varsayılabilir.
Egemen sınıf, işçi sınıfına karşı topyekûn bir saldırı yapıyor: sosyal programları kesintiye uğratıyor, kamu sağlığı hizmetlerini tahrip ediyor, sömürüyü artırıyor ve dünya savaşına hazırlanıyor. Bu saldırı, borç dağlarının altında ezilen bir ekonomi, yaklaşan küresel bir resesyon ve küresel bir çatışmaya dönüşme tehdidi oluşturarak yoğunlaşan jeopolitik çatışmalar gibi ciddi istikrarsızlık koşulları altında gerçekleşiyor.
Oligarşi, bu koşulların patlayıcı bir direniş yaratacağını biliyor. Ve oligarşi, servetin küçük bir elit kesimin elinde benzeri görülmemiş bir ölçekte yoğunlaşmasının, işçiler mücadeleye giriştiğinde, kaçınılmaz olarak şu temel soruyu gündeme getireceğini de biliyor: Toplumun kaynaklarını kim kontrol ediyor? Oligarklar mı, yoksa serveti yaratan büyük çoğunluk mu?
Medya ve siyaset kurumunun Kirk’ün öldürülmesine verdiği tepki, onun faşist politikalarını normalleştirip tüm yapıyı daha da sağa kaydırmak oldu. Onun ırkçılık, antisemitizm veya baskı çağrıları ile ilgili geçmişine yapılan herhangi bir atıf dışlanıyor ve hatta bazı durumlarda, Kirk’ün gerçekte söylediği ve savunduğu şeylerle ilgili iyi belgelenmiş olguları dile getirmek, kişinin işini kaybetmesine bile neden olabiliyor.
Demokratik Parti’nin tepkisi, korkaklık ve suç ortaklığının bir karışımıdır. Onun, bir Wall Street partisi olarak, Trump yönetimine karşı gerçek kitlesel muhalefeti meşru kılmak kadar korktuğu başka bir şey yoktur. Demokratik Parti’nin nakaratı, “Amerika’da siyasi şiddete yer yoktur” şeklindeki basmakalıp bir slogandır ve buna “her iki tarafın şiddetini” kınayan ritüel sözler eşlik eder. Bunun açık anlamı, Amerika Birleşik Devletleri’nin sol ve sağdan gelen şiddetle eşit derecede boğuştuğudur.
Bu grotesk bir tahrifattır. Gerçekte, Amerika’daki siyasi şiddet her zaman ezici bir çoğunlukla sağdan gelmiştir.
Amerika’da işçi hareketi, silahlı grev kırıcılar, polis baskısı ve Ulusal Muhafızlarla yapılan mücadelelerle biçimlenmiştir. 1920’ler ve 1930’larda linç çetelerinin terörünün hüküm sürdüğü dönemden 1960’larda medeni haklar liderlerine yönelik suikastlara ve 1995’te Timothy McVeigh’in Oklahoma City federal binasına düzenlediği bombalı saldırıya kadar, şiddet faşist güçlerin ve kapitalist devletin silahı olmuştur.
Devlet tarafından yasal olarak onaylanan cinayetler, Amerika Birleşik Devletleri’nde siyasi bir olgudur. Utah eyaletinin Ocak 1977’de Gary Gilmore’u kurşuna dizerek infaz etmesinden bu yana (bu infaz, ABD Yüksek Mahkemesi’nin geçici yasağı kaldırmasının ardından yapılan ilk infazdı), ülke genelinde yaklaşık 1.600 kişi idam edilmiştir.
2015 yılından bu yana, Amerika Birleşik Devletleri’nde polis tarafından öldürülenlerin sayısı 13.000’i aşmıştır.
Siyasi nedenlerle yapılan toplu katliamlar, büyük çoğunlukla aşırı sağın faşist ideolojisiyle hareket eden kişiler tarafından yapılmaktadır: 2015 yılında Güney Carolina eyaletinin Charleston kentinde siyahi kilise cemaatinden dokuz kişinin katledilmesi; 2018 yılında Pittsburgh’daki Tree of Life sinagogunda ibadet eden 11 kişinin katledilmesi; 2019 yılında El Paso’daki bir Walmart mağazasında Meksikalıları hedef alan bir saldırıda 22 kişinin katledilmesi; 2022’de New York’un Buffalo kentindeki bir süpermarkette, Kirk ve diğerleri tarafından yayılan “Büyük Yer Değiştirme” komplo teorisiyle motive edilmiş bir saldırıda 10 kişinin vurulması ve 2023’te Florida’nın Jacksonville kentindeki bir Dollar General mağazasında üç kişinin ırkçı bir cinayete kurban gitmesi, bunlardan sadece birkaçıdır.
Açık sağcı siyasi şiddet olayları arasında 6 Ocak 2021 darbe girişimi, Michigan Valisi Gretchen Whitmer’ı kaçırma planı, Nancy Pelosi’nin kocasına yapılan saldırı ve Trump ve müttefikleri tarafından takdir edilen Kyle Rittenhouse’un kendini kanun yerine koyduğu silahlı saldırılar sayılabilir.
Yurt dışında da bu tablo tekrarlanmaktadır. Örnek olarak, 2019’da Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde 55 kişinin öldürüldüğü katliam ve 2011’de Norveç’te Anders Breivik’in 77 kişiyi katletmesi sayılabilir.
Trump yönetimi altında, faşist şiddet devlet tarafından her zamankinden daha doğrudan bir biçimde benimseniyor ve teşvik ediliyor. Trump, ikinci döneminde ilkinden çok daha şiddetli bir şekilde, yasa dışı kanun infazcılarını meşru görme, polis cinayetlerini yüceltme ve devlet baskısını serbest bırakma stratejisini izlemektedir.
Trump şu anda Ulusal Muhafızları şehir şehir konuşlandırıyor ya da konuşlandırma tehdidi savuruyor. Askerler, ülkenin başkenti Washington D.C.’yi neredeyse bir aydır işgal altında tutuyorlar. Trump, geçen hafta bir göçmen işçinin Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Teşkilatı (ICE) baskınında öldürüldüğü Chicago’ya “savaş” açma ve Memphis’e asker gönderme tehdidinde bulundu. Haberlerde ayrıca, en az bin Ulusal Muhafız askerinin Louisiana’ya gönderilmek üzere seferber edildiği belirtiliyor.
Bu komploların kapsamı ile halkın olup bitenlerin farkında olma düzeyi arasında büyük bir uçurumun var olması, büyük bir tehlikedir. Bu durum değiştirilmelidir. Trump’ın eylemleri halktan destek görmüyor. Bir bütün olarak Amerikan halkı, diktatörlük veya faşizm istemiyor. Genel duygu muhalefet etme yönündedir ancak bu duygu bilinçli ve kolektif bir şekilde harekete geçirilmelidir.
Sağ siyasetin aksine, sosyalist sol her zaman bireysel terör eylemlerini reddetmiştir. Bunun nedeni, ahlaki hassasiyet değil, bireysel şiddet yönteminin işçi sınıfının kafasını karıştırması, egemen sınıfın baskısına bahane sağlaması ve işçi sınıfının siyasi bilincinin gelişmesine hiçbir yapmamasıdır. Sosyalist perspektif, işçi sınıfının eğitilmesine, örgütlenmesine ve kitlesel eylemine dayanır.
Dünya Sosyalist Web Sitesi ve Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD), Trump yönetiminin faşizan komplolarına karşı güçlü bir kampanya başlatılması çağrısında bulunuyor. Sol eğilimli örgütler arasında ne tür siyasi farklılıklar olursa olsun, bu örgütlerin demokratik haklarını savunmaya yönelik açık bir taahhütte bulunulmalıdır.
SEP ve WSWS, demokratik, ilerici ve sol muhalefeti bastırmaya veya suç saymaya yönelik her türlü girişime karşı çıkacaktır. Partimizin programı ve siyasi pozisyonlarıyla politik farklılıkları ne olursa olsun, Trump yönetiminin hedef aldığı tüm örgüt ve bireyleri savunmak için bu ilkeye başvuracağız.
Sosyalist Eşitlik Partisi, Trump’ın diktatörlük kurma komplosuna karşı kitlesel bir muhalefet örgütlenmesi çağrısında bulunuyor.
Demokratik hakların savunusu işçi sınıfı içinde kök salmadığı ve finans-şirket oligarklarının komplosunu hedef almadığı sürece ciddi bir savunma olamaz. Faşizme karşı muhalefeti örgütlemek için Demokratik Parti’yi beklemek ve ona bel bağlamak, ancak yenilgiye ve diktatörlüğe yol açabilir.
Diktatörlüğe karşı direnme inisiyatifi, işçi sınıfının bağımsız sosyal ve siyasi örgütlenmesinden gelmelidir.
Demokratik hakların savunulmasını örgütlemek ve koordine etmek için her fabrika ve işyerinde taban komiteleri kurulması acil bir gerekliliktir. Bu mücadele, stratejik olarak, faşist diktatörlüğün itici gücünün tek bir kötü siyasi aktörden, yani Donald Trump’tan değil ama kapitalist sistemin kendisinden geldiği anlayışına dayanmalıdır.
Servetin ve gücün nüfusun çok küçük bir kesiminin elinde yoğunlaşması demokrasi ile bağdaşmamaktadır.
Medya ve siyaset kurumunun amacı, halkı sindirmek ve sağın karşı konulamaz bir güce sahip olduğu havası yaratmaktır. Gerçekte, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünya genelinde henüz sahneye çıkmamış en büyük güç işçi sınıfıdır. Fabrika ve işyerlerindeki her türlü kolektif mücadele, Troçki’nin sözleriyle, faşist döküntülerin eylemlerinden sonsuz derecede daha büyük öneme sahiptir.
Acil görev, diktatörlüğü engellemek ve en temel demokratik hakları savunmak için bu gücü birleşik bir hareket içinde seferber etmektir. Faşizme karşı mücadele, mali oligarşinin ve kapitalist sistemin egemenliğini yıkma mücadelesinden ayrı düşünülemez.
Bu açıklamayı iş arkadaşlarınıza, okul arkadaşlarınıza, komşularınıza ve dostlarınıza mümkün olduğunca yaygın bir şekilde dağıtın.
Bu açıklamada sunulan strateji ve analize katılan herkesi Sosyalist Eşitlik Partisi ile iletişime geçmeye ve partiye katılmaya davet ediyoruz.