Bugün, İsrail’in Gazze’deki soykırımının başlamasının ikinci yıldönümü. Bu, modern çağın en büyük suçlarından biridir. Her emperyalist güç tarafından silahlandırılan, finanse edilen ve savunulan İsrail hükümeti, tüm dünyanın gözleri önünde, toplu katliam, etnik temizlik ve kasten aç bırakma harekâtı yürütüyor. 20 bini çocuk olmak üzere en az 67 bin Filistinli öldürülmüş ve tüm nüfus defalarca yerinden edilmiş durumda.
İsrail, uzun süredir planladığı bu soykırımı başlatmak için, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te saldırılarını bahane olarak kullandı. Bu saldırıda, zırhlı araçları veya uçakları olmayan, küçük silahlarla donanmış birkaç bin savaşçı, direnişle karşılaşmadan İsrail sınırını aşmıştı. Dünyanın en gelişmiş istihbarat ağlarından birine sahip olan İsrail’in, birkaç bin Hamas savaşçısı tarafından tamamen gafil avlandığını iddia etmek, alçakça bir yalandır.
Son iki yıldaki olayların gösterdiği gibi —İsrail’in yabancı liderlere, ordu subaylarına ve bilim insanlarına suikastları— İsrail istihbaratı bölgedeki her devlet ve harekete sızmıştır. Nitekim, 7 Ekim saldırılarından birkaç ay sonra, gazete haberleri İsrail’in Hamas’ın tüm savaş planına sahip olduğunu ancak sınırda konuşlanmış birliklerini kasten geri çektiğini ortaya çıkardı.
Bunu izleyen soykırım, 75 yıllık vahşi baskının önceden planlanmış sonucu, Filistin sorununa “nihai çözüm”ün hayata geçirilmesiydi. Bu olay, Siyonizmin iflas etmiş ve gerici karakterini tüm dünyanın gözleri önüne serdi. İsrail devleti, emperyalizmin kanlı bir aracı olduğunu gösterdi.
Soykırım, İsrail tarafından yapılmakla beraber, dünya emperyalizminin ortak bir operasyonu olmuştur. Washington’dan Londra’ya, Paris’ten Berlin’e kadar tüm emperyalist hükümetler ve medya, İsrail’in Gazze’ye saldırısını meşrulaştırmıştır. Gazze’yi yasa dışı olarak işgal eden İsrail’in her türlü toplu katliamı meşrulaştırılırken, Filistinlilerin her türlü direniş çabasını “terörizm” olarak şeytanlaştıran iğrenç bir çifte standart benimsenmiştir.
İsrail devletine muhalefet, WSWS’nin “anlamsal tersine çevirme” olarak adlandırdığı, “bir kelimenin gerçek ve uzun süredir kabul gören anlamının tam tersi bir şekilde ve bağlamda kullanıldığı” bir uygulamayla “antisemitizm” olarak karalanmıştır. Bu, soykırıma karşı muhalefetin suç sayıldığı, demokratik haklara yönelik acımasız ve giderek tırmanan saldırıların çerçevesini oluşturdu. Soykırıma karşı muhalefeti Yahudilere karşı nefretle eşitleme girişimi, her halükârda, dünya çapında kitlesel gösterilerde Yahudi halkının oynadığı önemli rol tarafından geçersiz kılınmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’in en önemli silah tedarikçisi olarak, katliamı desteklemek için sınırsız miktarda ölümcül askeri teçhizat sağlamıştır. Almanya, Fransa, Britanya ve diğerleri de bu katliama kendi paylarına katkıda bulunmuştur. Dahası, hepsi de silahlandırdıkları ölümcül askeri makineyi finanse etmek için milyarlarca dolarlık İsrail devlet tahvili satın almıştır.
Savaş suçları nedeniyle hakkında tutuklama emri çıkarılmış olmasına rağmen, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun geçen ay Birleşmiş Milletler kürsüsünden eylemlerini savunmasına izin verildi. Bu da bu suçlara Kuzey Amerika ve Avrupa’nın büyük güçleri tarafından olanak sağlandığı gerçeğini vurguluyordu.
Emperyalistler, petrol zengini Ortadoğu’yu kontrol altına alma çabalarının merkezi bir bileşeni olarak soykırımı destekliyorlar. Bu, Rusya ve Çin’i hedef alan küresel bir emperyalist savaşın parçasıdır. Soykırıma verdikleri destek, pazarlar, hammaddeler, işgücü ve jeostratejik nüfuz elde etmek için her türlü yolu kullanmaya hazır olduklarını gösterdi.
Bu emperyalist yağma, Trump’ın “barış” planıyla doruğa ulaşmıştır. Bu plan, Amerika’nın müstakbel Führer’i ve onun adamı, hakkında soruşturma açılmamış savaş suçlusu Tony Blair’ın kontrolü altında yeni sömürgeci bir manda yönetimi oluşturarak Filistinlilerin tüm haklarını ellerinden almayı öneriyor. Hamas, Trump’ın bu düzenlemeyi kabul etme talebini yerine getirirse, Filistinliler, Ortadoğu’da ABD kontrolündeki bir ticaret koridoruna yer açmak üzere sınır dışı edilecekler. Reddederse, İsrail’e geri kalan Filistinlileri topluca katletmesi için yeşil ışık yakılacak.
Bu süreçte özellikle kirli bir rol, Ortadoğu’nun burjuva milliyetçi rejimleri tarafından oynanmıştır. Yirminci yüzyılın tüm tarihi, herhangi bir milliyetçilik biçiminin işçi sınıfının demokratik ve sosyal haklarını güvence altına alamayacağını göstermiştir. Bu hükümetlerin aşağılık rolü, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını tamamen reddeden Trump’ın teşvik ettiği “barış” planını sahiplenmeleriyle doruğa ulaşmıştır.
Gazze’deki soykırım, tüm dünyada kitlesel bir tepki ve muhalefet uyandırdı. Son iki yılda, Avrupa ve Amerika’dan Ortadoğu, Afrika ve Asya’ya kadar her kıtada yüz milyonlarca insan gösterilere katıldı. Trump’ın Filistinlilerin kemikleri üzerinde Ortadoğu’yu bir ABD mandasına dönüştürme planı ve İsrail’in Sumud yardım filosunu şiddetle ele geçirmesi, yeni ve daha geniş bir protesto dalgasını ateşledi.
Son günlerde milyonlarca insan İtalya, İspanya, Hollanda, Hindistan, Pakistan, Malezya, Kolombiya ve Arjantin sokaklarını doldurdu. İtalya’da, İsrail için silah yüklemeyi reddeden liman işçilerinin başlattığı eylem, 2 milyondan fazla işçinin bir günlük genel grevini ve Roma’da bir milyon kişinin katıldığı bir yürüyüşü tetikledi. Halen sendika bürokrasileri tarafından ve Meloni hükümetine yapılan çağrılarla sınırlanıyor olsalar da bu eylemler soykırımı durdurmak için uluslararası işçi sınıfının muazzam potansiyel gücüne işaret etmektedir.
Bir günlük koordineli grev eylemi, Trump’ın en yakın Avrupalı müttefikini sarsmıştır. İşçi sınıfının örgütlü, küresel bir endüstriyel ve siyasi hareketi, emperyalist savaş makinesini durdurabilir. Soykırımı sona erdirebilecek ve Amerikan emperyalizminin hakimiyet çabasının –Gazze’den İran, Rusya ve nihayetinde Çin’i hedef alan daha geniş bir savaşa kadar– genişlemesini engelleyebilecek tek şey, kitlesel bir uluslararası işçi hareketidir.
Soykırıma karşı mücadelenin gelişimine, son iki yılın siyasi derslerinin kavranması yol göstermelidir. En önemli ders, emperyalist güçlerin hükümetlerine yapılan tüm çağrıların tamamen başarısızlığa uğramış olmasıdır. Onlar soykırımı durdurmanın araçları değil, failleri ve destekçileridir.
İki devletli çözüm perspektifi başarısız olmuştur. Sadece Ortadoğu’daki tüm halkların birleşmesi, elverişli bir geleceğe yol açabilir. İsrail devleti, moral bozukluğu ve yozlaşma ile sonuçlanan tarihi bir garabet olduğunu kanıtlamıştır. İsrail işçi sınıfı, Siyonizmin zehirli ideolojisini ve siyasetini reddetmeli, “Yahudi devleti” şeklindeki gerici distopyayı kabul etmemeli ve Ortadoğu Birleşik Sosyalist Federasyonu mücadelesinde İsrailli ve Filistinli işçilerin birliğini sağlamaya çalışmalıdır.
WSWS Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı David North, soykırımın başlamasından üç hafta sonra, 24 Ekim 2023’te verdiği konferansta şunları açıklamıştı:
Son tahlilde, Filistin halkının kurtuluşu ancak Arap ve Yahudi işçi sınıfının Siyonist rejimin yanı sıra hain Arap ve İran kapitalist rejimlerine karşı birleşik mücadelesiyle ve bunların yerine tüm Ortadoğu’da ve hatta tüm dünyada bir sosyalist cumhuriyetler birliğinin kurulmasıyla sağlanabilir.
Bu devasa bir görevdir. Ancak dünya tarihinin mevcut aşamasının, dünya kapitalizminin çelişkilerinin ve krizinin ve uluslararası sınıf mücadelesinin dinamiğinin doğru bir değerlendirmesine dayanan tek perspektif budur. Gazze ve Ukrayna’daki savaşlar, temel ve belirleyici özellikleri dünya ekonomisinin üstünlüğü, kapitalizmin üretici güçlerinin küresel olarak bütünleşmiş karakteri ve dolayısıyla işçi sınıfının mücadelesini uluslararası bir stratejiye dayandırma zorunluluğu olan bir tarihsel çağda ulusal programların yıkıcı rolünün ve sonuçlarının trajik göstergeleridir.
İki yıl sonra, işçi sınıfı mücadelesinin küresel çapta yeniden canlanmasına dair işaretler artıyor. Trump yönetiminin başkanlık diktatörlüğü kurma çabası, Demokratların kayıtsızlık ve pasiflik tohumları ekme çabalarına rağmen, onun ABD’deki işçi sınıfıyla doğrudan çatışmaya girmesine neden oluyor. Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron, yeniden silahlanma masraflarını karşılamak için uyguladığı kemer sıkma politikalarına karşı kitlesel muhalefet nedeniyle istikrarlı bir hükümet kuramıyor. Britanya’daki Starmer ve Almanya’daki Merz, halkın desteğinden tamamen yoksundur.
Uluslararası alanda, Kenya, Nepal, Endonezya, Filipinler, Fas ve Madagaskar’da “Z Kuşağı”nın önderliğinde halkın hükümet karşıtı mücadelelerinde bir patlama yaşanıyor.
Bu muhalefetin devrimci çizgide gelişmesi için, işçilerin sosyal demokrat, Stalinist ve sendika bürokrasilerinin yanı sıra muhalefeti dizginleyip sonlandırmaya uğraşan sahte sol eğilimlerin kontrolünden kurtulması gerekiyor. Bu, işçi sınıfının birleşik uluslararası saldırısını koordine etmek ve yönetmek için yeni, demokratik sınıf mücadelesi örgütleri —her işyerinde ve mahallede taban komiteleri— inşa edilmesini gerektiriyor.
İşçiler, öğrenciler, gençler ile Siyonizm ve emperyalizmin tüm muhalifleri şu talepler için mücadele etmelidir:
- İsrail’e tüm silah sevkiyatı derhal durdurulsun.
- İsrail ile tüm ticari ve diğer ekonomik faaliyetler boykot edilsin.
- İsrail’in soykırım yapmasına yardım eden Amerikan, Avrupalı ve diğer şirketler suçlanıp yargılansın.
- İsrailli yetkililer savaş suçlarından tutuklansın.
- Gazze soykırımı karşıtı muhalefete yönelik baskılara son verilsin ve tüm gösteri yasağı kanunları kaldırılsın.
- Gazze’ye tüm mevcut yollarla insani yardım derhal ve engellenmeden ulaştırılsın.
Bu talepler, işçi sınıfında halihazırda uluslararası düzeyde gelişmekte olan daha geniş hareketin bayrağına yazılmalıdır. İsrail’e öldürücü silahları sağlayan aynı hükümetler, oligarşik egemenliğe, yaygın yoksullaşmaya ve dünya savaşına gidişe yönelik muhalefeti bastırmak için kendi ülkelerinde diktatörlük yönetimleri kuruyorlar.
Gazze’deki soykırım, kapitalist sistemin tarihsel çıkmazını ortaya çıkarmıştır. Soykırımın “normalleştirilmesi”, ilerici rolünü tamamen yitirmiş bir sistemin ürünüdür. Buna faşizmin normalleştirilmesi, askeri-polis diktatörlüğünün normalleştirilmesi, dünya savaşının ve oligarşik yönetimin normalleştirilmesi eşlik etmektedir.
İşçi sınıfına rehberlik etmesi gereken perspektif, Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’dir. Ezilenlerin demokratik ve sosyal özlemleri, ancak işçi sınıfının dünya ölçeğinde iktidarı ele geçirmek için bağımsız siyasi seferberliği yoluyla gerçekleştirilebilir.
Kritik görev, bu mücadeleye rehberlik edecek yeni bir devrimci önderlik inşasıdır. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ve onun şubeleri olan Sosyalist Eşitlik Partileri, işçileri ve gençleri kapitalizme karşı tüm sınırları aşan tek bir hareket içinde birleştirmek için mücadele ediyor. Bu, işçi hükümetlerinin kurulması ve dünya ekonomisinin özel kâr değil, insan ihtiyaçlarını karşılamak üzere sosyalist temelde yeniden örgütlenmesi uğruna mücadele demektir.