Türkiye Adalet Bakanlığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) hapisteki eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş hakkındaki hak ihlali ve siyasi tutukluluk kararına son gün itiraz etti.
Bu itiraz ve Demirtaş’ın siyasi mahpusluğu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında devam eden müzakerelerin ve bunun bir parçası olarak Meclis’te kurulan komisyonun barış ve demokrasi getireceği iddialarının sahteliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Sosyalist Eşitlik Partisi – Dördüncü Enternasyonal, Kürt milliyetçi hareketi ile belgelenmiş ve uzlaşmaz siyasi farklılıklara sahip olmakla birlikte, Erdoğan hükümetinin Kürt halkına ve siyasetçilerine yönelik devam eden baskısına ilkesel olarak karşı çıkmakta ve temel demokratik hakların tanınmasını tavizsiz savunmaktadır. Demirtaş, diğer tutuklu HDP lideri Figen Yüksekdağ, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) mart ayında tutuklanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ile Kürt siyasetin ve sol örgütlerden sayısız kişiyi kapsayan tüm siyasi mahpuslar derhal serbest bırakılmalıdır.
2016’da Demirtaş’ın ve başka milletvekillerinin tutuklanması, CHP’nin desteği ile aynı yıl yapılan anayasa değişikliğiyle milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla mümkün oldu. Bu gerici adım, esas olarak Kürt siyasi hareketini hedef aldı. 2016 yılından itibaren Demirtaş hakkında çok sayıda dava açıldı. İlk olarak “terör örgütü propagandası yapma” suçundan 4 yıl 8 ay hapis cezası aldı.
Geçtiğimiz yıl ise, Ekim 2014’te en az 37 kişinin öldüğü protestolar üzerine toplam 108 Kürt siyasetçinin yargılandığı “Kobani davası“nda 42 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Erdoğan yıllarca bir savcı gibi Demirtaş’ın ölümlerden sorumlu olduğunu iddia etse de mahkeme, Kürt siyasetçilerin protestolar sırasında meydana gelen ölümlerden suçsuz olduğuna hükmetti. Demirtaş buna rağmen “terör” ile bağlantılı iddialarla böylesi bir ceza aldı. Demirtaş’ın liderlik ettiği HDP, katıldığı seçimlerde 5 ile 6 milyon arasında oy almıştır.
Ekim 2014’te Kürt illeri başta olmak üzere Türkiye genelinde patlak veren kitlesel protestolar, Irak ve Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Eylül 2014’te PKK’nin Suriye’deki kardeş örgütü olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) kontrolündeki Kobani’ye başlattığı saldırıyla bağlantılıydı. Erdoğan hükümeti o dönem de PKK ile müzakere halindeydi ancak PYD-YPG’nin Suriye’de ABD’nin desteğiyle güçlenmesinden rahatsızlık duyuyordu.
Suriye’nin kuzeyindeki diğer bölgeler ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) üzerinden gelecek askeri yardımın Kobani’ye ulaşması için Türkiye toprakları üzerinden bir koridor açılmasını talep ediliyordu. WSWS’nin açıkladığı gibi: “Özgür Suriye Ordusu’ndaki cihatçı güçleri destekleyen Erdoğan hükümeti Kürt milliyetçilerinin güçlenmesini sağlayacak politikaları reddediyor ve Türk egemen sınıfının çıkarlarını sağlama almak için Türk ordusunun içinde yer alacağı bir NATO müdahalesi için bastırıyordu.”
Bu gelişmeler ve protestoların kana bulanması, PKK ile müzakerelerin 2015’te sona erdirilmesinin ve hükümetin hem içeride hem de Suriye’de şiddetli bir askeri saldırıya geçmesinin habercisi olmuştu.
AİHM bugüne dek Demirtaş’ın tutukluluğunun hak ihlali olduğuna yönelik, 20 Kasım 2018, 22 Aralık 2020 ve 8 Temmuz 2025’te üç karar verdi. Son verilen kararda mahkeme, Demirtaş hakkında 2019’da verilen tutuklama kararının “hukuki gerekçelere dayanmadığını” ve “esasen siyasi bir amaç güttüğünü” belirtti.
Son karara itiraz süresi 8 Ekim’de dolacaktı. Türkiye’nin henüz itirazda bulunmaması ve hem hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’la hem de HDP’nin devamı niteliğindeki Halkların Demokrasi ve Eşitlik Partisi (DEM Parti) ile mecliste süren müzakereler, Demirtaş’ın serbest bırakılabileceği beklentilerine yol açmıştı.
Diyarbakır Barosu 6 Ekim’de yaptığı açıklamada hem uluslararası hukukun üstünlüğüne hem de “içerisinde bulunduğumuz toplumsal sürecin zorunlu bir adımı olarak” Demirtaş’ın “derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmasını” talep etti. Ancak itiraz süresi dolmadan bir gün önce Adalet Bakanlığı, bu kan davasını sürdürerek, Demirtaş ile ilgili kararın AİHM Büyük Dairesi’nde yeniden ele alınması talebinde bulundu.
Meclis’in 1 Ekim’deki açılışında Erdoğan ile samimi görüntüler vermeleri nedeniyle eleştirilen DEM Parti’nin milletvekillerinden ve eş genel başkanı Tuncer Bakırhan, X’teki paylaşımında “Uluslararası hukuk kararlarını tanımamakta ısrar etmek, hukuksuzluğu itiraf etmekten başka bir anlam taşımıyor,” diyerek tepki gösterdi.
Demirtaş şahsında Kürt siyasetçilere devam eden zulüm, kişisel bir kin gütme durumu değildir. Bu, esas olarak, egemen seçkinlerin temel demokratik hakları tanımaktan ve savunmaktan aciz olduğunun ve çıkarlarını ilerletmek için bir otoriter bir rejime ihtiyaç duyduğunun ifadesidir. Demirtaş’ın veya Öcalan’ın mahpusluğu sona erse dahi bu, demokratik bir rejim kurma çabasından değil, Türk ve Kürt seçkinleri arasında Ortadoğu’daki emperyalist savaşın bir parçası olarak devam eden pazarlıklarla bağlantılı olacaktır.
Dünya Sosyalist Web Sitesi, en başından itibaren yeni müzakerelerin Kürt meselesinin demokratik çözümüyle hiçbir ilişkisinin olmadığını ve böyle bir çözümün ancak işçi sınıfının emperyalizme ve onun bölgesel vekillerine karşı devrimci bir seferberlikle iktidarı almasıyla mümkün olabileceğini vurgulamıştır. Söz konusu olan, Türk ve Kürt burjuvazisi arasında, ABD emperyalizmi ile uyumlu bir gerici anlaşma çabasıdır ve Türk, Kürt ve Ortadoğu’daki diğer işçiler ve ezilen kitleler tarafından enternasyonalist bir bakış açısıyla reddedilmelidir.
Gazze’deki soykırımın ve Suriye’deki rejim değişikliği savaşının da bir parçası olduğu Ortadoğu’daki emperyalist yeniden paylaşım savaşının şiddetlenmesi ve Türkiye ile İsrail arasında artan rekabet, 2024’te Ankara’yı PKK ile tekrar anlaşma arayışına yöneltti. Erdoğan hükümeti, İsrail devletine karşı Türkiye devletinden yana olduğuna dair görüşme tutanakları sızdırılan Öcalan’ın da desteğiyle, İsrail’in bölgedeki yayılmacı emellerinin karşısına bir o kadar gerici bir “Türk-Kürt-Arap” ittifakı perspektifini ileri sürdü.
Erdoğan, çarşamba günü Suriye’de omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) rejimi arasında çıkan silahlı çatışmalar üzerinden tekrar bu perspektifi ileri sürdü: “Suriye Demokratik Güçleri verdiği sözü tutmalı. Suriye ile bütünleşmeyi tamamlamalıdır… Yönünü Ankara’ya ve Şam’a dönenler kazanacaktır. Türk, Kürt ve Arap ittifakı bölgede ebedi barışın ve huzurun anahtarıdır.”
Erdoğan bu sözlerle SDG’yi Tel Aviv’le değil Ankara ve Şam rejimleriyle işbirliği yapmaya çağırıyor ve bunun bölgede barışı sağlayacağını iddia ediyor. Bu iddianın çürüklüğü, sadece Tel Aviv’in ve SDG’nin değil ama Ankara ve Şam’ın da yönünü ABD’ye dönmüş olmasında açıkça görülmektedir. Tüm bu güçler ve bölgedeki Arap rejimleri, ABD önderliğindeki emperyalist güçlerin Ortadoğu’yu mahveden saldırganlığının suç ortaklığını yapmaktadır. Buna Gazze’deki soykırım da dahildir.
Erdoğan’ın SDG’ye uyma çağrısı yaptığı anlaşma, HTŞ ile 10 Mart’ta yaptığı “entegrasyon anlaşması“dır. Ankara destekli HTŞ, SDG’nin silah bırakıp fiili özerk yönetimi sonlandırarak Şam rejimine tabi olmasını isterken, SDG mevcut özerkliği koruma ve Suriye ordusu içinde özerk bir güç olarak yer almayı talep ediyor.
Son günlerde SDG kontrolündeki Kuzey ve Doğu Suriye’de ve Halep’in Kürt mahallelerinde HTŞ ile SDG güçleri arasındaki çatışmalar tırmanmıştı. Rusya ve İran destekli Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 13 yıllık bir rejim değişikliği savaşıyla Aralık 2024’te devrilmesinde ABD müttefiki olarak rol oynayan bu güçler arasındaki tırmanma, Washington’ın “yeni Ortadoğu” planlarına bir tehdit olarak görülüyor. Suriye’de Ankara ve Şam kuvvetleri ile Kürt milisler arasında İsrail’i de içine çekebilecek bir savaş çıkması, ABD’nin özellikle İran’a karşı oluşturmaya çalıştığı ekseni paramparça edebilir.
Bu nedenle ABD duruma müdahale etti. Washington’ın Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack pazartesi günü X’te yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Bugün CENTCOM Komutanı Amiral Cooper eşliğinde, SDG Komutanı Mazlum Abdi ile önemli görüşmeler yapmak üzere kuzeydoğu Suriye’yi ziyaret ettim. Bu gelişme, ABD Başkanı’nın ‘Suriye’ye bir şans verin’ vizyonunu güçlendiriyor; Suriyelilerin işbirliğine dayalı barış ve ortak ilerleme için yenilenmiş bir çabayla tüm Suriyelilerle birleşmelerine olanak tanıyor.”
Barrack ve Cooper salı günü de Şam’da HTŞ lideri Ahmed eş-Şara ile görüştü. Görüşmede 10 Mart mutabakatının ele alındığı belirtildi. Aynı gün Abdi liderliğindeki bir SDG heyeti ABD helikopterleriyle Şam’a giderek eş-Şara ile bir araya geldi. Heyet yaptığı açıklamada Kuzey ve Doğu Suriye ile Halep’te “derhal ve kapsamlı bir ateşkes” ilan edilmesinin ve SDG ve hükümet askeri güçlerinin birleştirilmesinin müzakere edildiğini belirtti ancak resmi bir anlaşma imzalanmadı.