ABD Başkanı Donald Trump perşembe günü ABD’nin nükleer silah denemelerine yeniden başlayacağını duyurdu. Bu, ABD’nin Üçüncü Dünya Savaşı hazırlıklarını kısıtlayan tüm engelleri kaldırmak üzere attığı son adımdır. Dünyadaki tüm ülkeler nükleer denemeleri resmi olarak yasaklamış durumda ve bu adım, ABD’yi dünyada bu uygulamaya izin veren tek ülke haline getiriyor.
Nükleer denemeler, atmosfere ölümcül radyasyon yaymak ve yeraltı sularını kirletmekle kalmayıp, yanlış hesaplama veya kasıtlı provokasyon nedeniyle nükleer savaş olasılığını artırmaktadır ve tansiyonu ciddi ölçüde artıran bir adım olarak kabul edilmektedir.
1963 yılında, ABD ile Sovyetler Birliği’nin Küba Füze Krizi’nde nükleer savaşın eşiğine gelmesinden bir yıl sonra, Kennedy yönetimi, yeraltında yapılanlar hariç tüm nükleer denemeleri yasaklayan Kısmi Nükleer Deneme Yasağı Antlaşması’nı müzakere etmişti. 1992 yılında, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının ardından, Başkan George H.W. Bush nükleer denemeleri tek taraflı olarak yasakladığını ilan etti.
Denemelerin yasaklanmasından önceki on yıllarda, 2.000’den fazla nükleer patlama gerçekleştirildi ve bunların yarısından fazlası Amerika Birleşik Devletleri tarafından yapıldı. Bu denemelertes hem Amerika’nın batısında hem de Güney Pasifik’te yaşam alanlarında hastalığa yol açtı ve geniş bölgeleri yaşanmaz hale getirdi.
Trump, Güney Kore’de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile ABD-Çin ticaret savaşı hakkında görüşmek üzere bir araya gelmeden hemen önce bu açıklamayı yaptı. Trump, ABD’nin nükleer silahlarını, dünya sahnesinde ABD emperyalizminin yağmacı çıkarlarını güvence altına almak için bir araç olarak kullanıyor. Bu, insanlığın başının üzerinde nükleer imha tehdidinin sallandırılması anlamına gelmektedir.
Dünyanın en büyük nükleer programına sahip ülke olan ABD, nükleer silahlara Rusya ve Çin’in toplam harcamalarının iki katı kadar harcama yapıyor. ABD ayrıca, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Sovyetler Birliği’ni tehdit etmek amacıyla Hiroşima ve Nagazaki’deki savunmasız insanları yok ederek nükleer silah kullanan tek ülkedir.
ABD medyası, Trump’ın açıklamasını haberleştirirken, bunun tarihsel bağlamını veya öncüllerini aktarmadı. Ancak bu adım ani bir doğaçlama olmaktan uzaktır. ABD askeri planlamacıları en azından 2020’den beri nükleer denemelerin yeniden başlatılmasını aktif olarak tartışmaktadır.
Trump’ın bu adımı duyuran paylaşımı, bunu açıkça ABD’nin yıllardır süren nükleer silahlanma sürecinin bir parçası olarak tarif etti. Trump, “Amerika Birleşik Devletleri diğer tüm ülkelerden daha fazla nükleer silaha sahiptir. Bu, benim ilk görev dönemimde başarıldı. Buna mevcut silahların tamamen güncellenmesi ve yenilenmesi de dahildir,” diye yazdı.
Trump, “Savaş Bakanlığı’na nükleer silahlarımızı eşit şartlarda denemeye başlaması talimatını verdim. Bu süreç derhal başlayacak,” diye ekliyordu.
Ancak Trump’ın paylaşımı, hikâyenin sadece bir kısmını anlatıyordu. Övündüğü nükleer silahlanma, aslında Obama yönetimi altında başlatılmış ve Trump’ın ilk döneminde, Biden döneminde ve şimdi Trump’ın ikinci döneminde devam etmiştir. Amerikan halkının büyük çoğunluğunun haberdar olmadığı bu nükleer silahlanma, 1 trilyon dolardan fazla bir maliyetle, iki partinin tam desteğiyle sürdü.
Bir yıl önce, New York Times (NYT), “değişken yeni bir nükleer çağ için modern bir cephanelik” oluşturarak “Amerika’yı yeniden nükleer hale getirme”ye yönelik gizli plan hakkında kapsamlı bir özel haber yapmıştı.
NYT, “Denizaltıların yapıldığı veya füze silolarının kazıldığı yerlerde yaşamıyorsanız, bunların yapıldığını bilme ihtimaliniz çok düşük,” diye yazmış ve şöyle devam etmişti: “Federal hükümet, Kongre oturumları ve strateji belgeleri dışında, bu plan ve harcanan muazzam meblağ hakkında kamuoyuna çok az bilgi verdi. Önemli bir tartışma da olmadı. Milyar dolarlık programlar sessizce ilerliyor.”
Bu makalenin yayımlanmasından bu yana geçen bir yıl içinde, hem ABD’nin devasa nükleer silahlanma programı hem de bunu çevreleyen sessizlik komplosu devam etti. Aralık ayında Kongre, insanlık tarihindeki en büyük askeri bütçe olan 895 milyar dolarlık Ulusal Savunma Yetki Yasası’nı (NDAA) onayladı. Bu bütçe, nükleer modernizasyon çabalarına rekor düzeyde fon ayrılmasını da içeriyor.
Ocak ayında Trump, ABD’nin “en son teknoloji ürünü Demir Kubbe füze savunma kalkanı yapımına derhal başlayacağını” duyurdu. Savunma önlemi olmaktan uzak olan bu sözde “Altın Kubbe”, füze kalkanı ABD’yi misillemeden koruyacağı için Beyaz Saray’ı diğer ülkeleri önleyici nükleer ilk saldırı ile tehdit etmeye teşvik edecektir.
ABD’nin devam eden nükleer silahlanma çabalarının bir parçası olarak, Trump yönetimi nükleer silahların kullanımına ilişkin tüm kısıtlamaları kaldırmaya uğraştı. ABD’nin, yine Trump yönetiminde, Ağustos 2019’da Orta Menzilli Nükleer Silahlar Antlaşması’ndan (INF) çekilmesi, bu adımların en öne çıkanıydı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Trump’ın Ekim 2018’de ABD’nin anlaşmadan çekileceğini duyurmasına cevaben, Rusya’nın Poseidon olarak bilinen bir sualtı insansız hava aracı ve Burevestnik olarak bilinen yeni bir uzun menzilli seyir füzesi de dahil olmak üzere yeni bir dizi nükleer fırlatma mekanizması geliştirmeye başlayacağını açıklamıştı.
Rusya kısa süre önce her iki sistemin taşıma mekanizmalarını test etti ancak nükleer yükünü test etmedi. Trump bunu fırsat bilerek, uzun süredir planlanan ve tartışılan ABD nükleer testlerinin yeniden başlatılacağını duyurdu.
INF antlaşmasından çekilmesinin ardından ABD, antlaşma kapsamında daha önce yasaklanmış olan nükleer silahları Rusya ve Çin’i vurabilecek konumlara yerleştirmeye başladı. Pentagon, Hassas Vuruş Füzelerinin menzilini genişletti ve SLCM-N olarak bilinen yeni bir nükleer silahlı, denizden fırlatılan seyir füzesinin geliştirilmesine yüz milyonlarca dolar harcadı.
INF Antlaşması kapsamında daha önce yasaklanmış olan balistik ve seyir füzelerinin geliştirilmesine, NATO’nun vekili olan Ukrayna’nın Rusya’nın içlerine doğrudan saldırılarını tırmandırması eşlik etti. Wall Street Journal bu ay, “Trump yönetimi, Ukrayna’nın Batılı müttefikler tarafından sağlanan bazı uzun menzilli füzeleri kullanmasına yönelik önemli bir kısıtlamayı kaldırdı,” diye bildirdi. Bu ay Birleşik Krallık tarafından sağlanan Storm Shadow füzeleriyle Rusya’nın güneyindeki Bryansk kentine saldırı düzenlendi.
Bu ayın başlarında Trump, Ukrayna’ya Tomahawk füzeleri göndermeyi düşündüğünü doğruladı. Eski Rusya Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev, Trump’ın bu tehdidine yanıt olarak, “Uçuş halindeki nükleer Tomahawk füzesini geleneksel füzelerden ayırt etmek imkansızdır,” dedi. Tomahawk füzeleri uzun zamandır nükleer savaş başlıkları taşıma kapasitesine sahipler.
Rusya ve Çin sınırlarına kısa menzilli nükleer silahların konuşlandırılması, NATO tarafından sağlanan uzun menzilli silahların Rus şehirlerine atılması ve nükleer denemelerin yeniden başlaması koşullarında, tüm dünya nükleer bir felaketle karşı karşıya olacak.
Yarı resmi NATO müttefiki Ukrayna’dan “konvansiyonel” bir füze atıldığında veya ABD, sözde “çılgın teorisi”nin dünyadaki en önde gelen uygulayıcısı olan Trump’ın emriyle planlanmamış bir nükleer deneme yaptığında, Rusya ve Çin’deki planlamacılar kendilerine şu soruyu soracaklar: “Nükleer saldırı altında mıyız?”
ABD’nin Rusya ve Çin’i kendine boyun eğdirmek için hesapladığı büyük riskli politika, hesaplanamaz sonuçları olan büyük bir tırmanma sarmalını tetikleyebilir.
Emperyalist militarizmin yükselişi, ABD’deki işçi sınıfına karşı artan saldırılarla ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Trump’ın ABD’nin nükleer denemelerine yeniden başlayacağını duyurması, yönetimin gıda pulları için sağladığı finansmanı sonlandırma planıyla kesişti. On milyonlarca Amerikalı, Şükran Günü ve Noel tatillerinden hemen önce hayati bir yaşam kaynağını kaybedecek
Bu ikisi arasında doğrudan bir bağlantı var. Demokratik Parti ile bağlantılı Brookings Enstitüsü, bu ay yayımlanan bir açıklamada hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi partilerin desteklediği bir politikayı savunarak, “elindeki tüm kamusal ve özel araçları kullanan, toplumun tamamını kapsayan bir direnç stratejisi: topyekûn savaş çağı için topyekûn savunma” çağrısında bulundu.
Alman askeri liderliği tarafından geliştirilip Nazi rejiminin devlet doktrini haline gelen topyekûn savaş doktrini, tüm toplumun savaş çabalarına tabi tutulmasını öngörüyor ve ulusal askeri başarı adına işçi sınıfından “fedakârlık” talep ediyordu.
Nazi Almanya’sının liderleri, “topyekûn savaş” doktrini altında, Doğu Avrupa’da bir imha savaşı yürütürken, Almanya halkına da felaket getirdiler. Şimdi, Amerikan oligarşisinin tamamı adına konuşan Trump, Nazi rejimini sadece Amerika Birleşik Devletleri’ndeki diktatörlük için değil, tüm dünyadaki askeri şiddet için bir model olarak görüyor.
Egemen sınıf, yurt içindeki işçi sınıfına yönelik saldırıyı yurt dışındaki askeri tırmanışla ilişkilendiriyor. İşçi sınıfı buna, sosyal ve ekonomik haklarının savunulmasını emperyalist savaşa karşı mücadeleyle birleştirerek yanıt vermelidir. Bu ayın başlarında düzenlenen “Krallara Hayır” gösterileri, Trump yönetiminin diktatörlük ve kemer sıkma politikalarına karşı kitlesel bir muhalefetin var olduğunu göstermiştir. Bu muhalefet, emperyalist savaşa karşı mücadeleyi kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesiyle ilişkilendiren bir işçi sınıfı hareketi olarak birleştirilip geliştirilmelidir.
