Ortadoğu liderleri, ABD ve İsrail adına Gazze’ye polislik yapıyor

Geçen ay Şarm el-Şeyh’teki utanç verici manzara, Ortadoğu rejimlerinin Filistinlilere ihanetle dolu tarihlerinin zincirinde iğrençleşen bir halkayı temsil ediyor.

Ortadoğu rejimlerinin ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze için hazırladığı düzmece “Barış Bildirgesi”ni imzalamaları, Hamas’ı silahsızlandırma ve Filistinlilere polislik yapma konusunda anlaşmaya vardıklarına işaret ediyor. Aynı anda İsrail, Gazze üzerindeki askeri kontrolünü ve Filistinlileri tehcir etme çabalarını sürdürecek. Bu durum da söz konusu rejimleri İsrail’in Gazze’deki soykırım ve etnik temizliğinin doğrudan suç ortakları yapıyor.

13 Ekim 2025 tarihinde Şarm El Şeyh Barış Zirvesi'nde dünya liderlerinin aile fotoğrafı [Photo: Daniel Torok]

Filistinlilere karşı polislik, Trump’ın Filistinlilerin haklarını çiğneyen emperyalist bir manda rejimi kurma ve Tahran’da rejim değişikliği için olası bir savaşa hazırlık olarak İran karşıtı bir eksen oluşturma planlarının ayrılmaz bir parçasıdır.

Arap rejimlerinin ihanetlerle dolu tarihi

Arap rejimlerinin ihaneti şaşırtıcı olmamalı. Onlar on yıllarca Arap milliyetçiliği ve kardeşliği adına Filistinlileri Siyonist devlete karşı desteklediklerini iddia ettiler. Mısır’ın başını çektiği Arap orduları, 1967 Haziran’ında Arap-İsrail savaşında yenilgiye uğrayana kadar Filistin Kurtuluş Ordusu’nu sıkı bir denetim altında tuttular.

Silahlı mücadele yoluyla bir Filistin devleti kurulmasını amaçlayan Fetih hareketi ve Yaser Arafat, çok sayıda fraksiyonu bir araya getiren Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) liderliğini üstlendi. Her bir fraksiyon farklı ideolojilere sahipti ve Arap dünyasındaki işçi ve ezilen kitlelere devrimci çağrı yapmamayı şart koşan farklı Arap devletlerinden, Moskova’dan veya Pekin’den destek arıyordu.

Ürdün, Suriye ve Lübnan gibi Arap rejimleri birbiri ardına silahlarını FKÖ’ye çevirdi. Mısır 1979’da İsrail ile barış anlaşması imzalarken Ürdün de 1994’te aynı yolu izledi. 1982’de FKÖ, İsrail’in Hristiyan faşist güçleri desteklemek üzere Lübnan’ı istila etmesiyle karşı karşıya kalınca, tüm Arap rejimleri onu yüzüstü bıraktı.

Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında, Lübnan Güçleri’nin Filistinlileri katletmesinin ardından. Katliam İsrail Kabinesi ve Savunma Güçleri’nin üst düzey üyelerinin suç ortaklığıyla ve Hıristiyan Falanjistler ile Güney Lübnan Ordusu mensuplarının katılımıyla gerçekleştirildi. [Photo: Robin Moyer, USA, Black Star for Time. Beirut, Lebanon, 18 September 1982. ]

Diğer tüm Arap rejimlerinin geri çevirmesinin ardından Tunus, FKÖ’ye sığınma hakkı vermek zorunda kaldı. Emekli ABD’li diplomat Ryan Crocker, geçen yıl Politico dergisine verdiği röportajda, hiçbir Arap rejiminin Filistinli mültecileri kabul etmek istemediğini, çünkü uzun zamandır Filistinlilere “korku ve nefret”le baktıklarını ve ülkelerine sığınanları “yok edilmese bile zayıflatılması gereken bir tehdit, yabancı bir nüfus” olarak gördüklerini söyledi.

1987’de ilk Filistin İntifadası patlak verdikten sonra, hepsi 1993 Oslo Anlaşması’nı ve İsrail’in yanında Doğu Kudüs’ü başkenti olan küçük bir Filistin devleti kurulması ihtimalini görünüşte desteklediler; ancak böyle bir devletin kurulmasını imkansız kılan İsrail’in yerleşim yerlerini genişletmesini durdurmak için hiçbir şey yapmadılar.

Müslüman Kardeşler’e bağlı Hamas, Ocak 2006’da Filistin seçimlerinde beklenmedik bir şekilde El Fetih’i mağlup ettiğinde, Mısır ve Batı Şeria’da El Fetih’in hakim olduğu Filistin Yönetimi, İsrail’in Gazze’ye abluka uygulamasını destekledi. “İki devletli çözüm” boş bir söz haline gelmeye başladı.

Son iki yıl içinde Ortadoğu’daki hiçbir rejim, İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım savaşına ve etnik temizliğine karşı parmağını bile kıpırdatmadı. Türkiye ve Ürdün, petrol ve diğer hayati metaların kendi toprakları üzerinden İsrail’e ulaşmasını sağladı. Körfez ülkeleri, İsrail ve destekçilerine petrol boykotu uygulamayı reddetti, İsrail ile yakın diplomatik, ekonomik ve askeri ilişkilerini sonlandırmayı ise hiç düşünmedi. Bu durum, İsrail füzelerinin 9 Eylül’de Hamas liderlerini hedef alarak Katar’ı vurmasından sonra bile devam etti. Bu olay, tüm ülkelerin ABD ile ortak askeri tatbikatlara katıldıkları günden sadece üç gün sonra meydana gelmişti.

Bu rejimler, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun “Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar” Yahudi üstünlüğüne bağlı faşistlerden, yerleşimcilerden ve dindar bağnazlardan oluşan çetesiyle her adımda işbirliği yaptılar; ABD’nin hakimiyetindeki BM Güvenlik Konseyi’nde boş sözler söyleyip ateşkes çağrısında bulunarak ellerini ovuşturup ihanetlerini örtbas ettiler.

Şarm el-Şeyh’teki imza töreni

İsrail’in Gazze’yi neredeyse tamamen yerle bir eden soykırım ve etnik temizlik savaşının son derece eşitsiz baş aktörleri olan İsrail ile Hamas, Şarm el-Şeyh’deki anlaşmayı imzalamadı, hatta törene bile katılmadılar. Netanyahu, katılımının töreni rayından çıkarabileceği anlaşılınca son anda törenden çekildi. Anlaşmayı altı gün içinde kabul etmesi, aksi takdirde “cehennemi yaşayacağı” söylenen Hamas ise törene davet bile edilmedi.

Hamas’ın yerine anlaşmayı imzalayan ve Hamas’a Trump’ın şartlarını kabul etmesi için büyük baskı yapanlar arasında Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi, Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamad El Sani ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu. Toplantıya katılan diğer Arap liderler arasında Ürdün Kralı Abdullah, Umman Dışişleri Bakanı Sayyid Badr bin Hamad Al Busaidi, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve Bahreyn, Kuveyt, Cezayir, Fas ve Tunus temsilcileri vardı. Uluslararası İstikrar Gücü’nü (ISF) finanse etmesi beklenen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Umman, Hamas’ın Gazze’de siyasi bir örgüt olarak kalmasına izin verilmesine karşı olduklarını göstermek için daha düşük düzeyde yetkililer gönderdiler.

ABD Başkanı Donald Trump, 13 Ekim 2025 Pazartesi günü Mısır'ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenen zirvede konuşuyor; Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi solda. [AP Photo/Evan Vucci]

Avustralya, Brezilya, Kanada, Avrupa, Hindistan, Endonezya, Kenya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve Birleşik Krallık’tan liderler, Filistin halkının sömürgeci boyunduruğa tabi kılınmasını kalıcı hale getiren ve devam eden soykırıma meşruiyet kisvesi sağlayan bu sefil anlaşmayı desteklemek için Şarm el-Şeyh’e koştular. Her şeyden önce, Gazze’nin “yeniden inşası” bayrağı altında yaklaşan çatışmalarda Washington ve Tel Aviv’e desteklerini kamuoyuna göstermek için oradaydılar.

Gazze’de yeni bir dönemin başlangıcı olarak övülen ateşkes, İsrail’in, doğudaki “Sarı Hat”tın arkasında kalan ve halihazırda tamamen etnik temizlik yapılmış olan Gazze topraklarının yüzde 58’ini kontrol altına almasını sağladı. İsrail bu bölgede tahkimatlar inşa ederken, çoğu çadırlarda zar zor hayatta kalan 2 milyondan fazla Filistinli, geri kalan yüzde 42’lik alana sıkışmış durumda. Bu, Gazze’nin kalıcı olarak bölünmesi ve işgalinin başlangıcıdır; bir yandan da her gün toplu katliamlar ve halkın kasıtlı olarak aç bırakılması devam etmektedir.

Ateşkes anlaşmasının şartları

Trump’ın 20 maddelik anlaşması, Boston Consulting Group’un Tony Blair Enstitüsü ile istişare ederek hazırladığı GREAT Trust’ın birçok unsurunu muhafaza ediyor.

İlk aşama şunları kapsıyor: Derhal ve tam bir ateşkes; Gazze’de tutulan 28’i ölmüş 48 İsrailli esirin iadesi; İsrail hapishanelerinde tutulan 1.968 Filistinli tutsağın ve Hamas tarafından teslim edilen her ölen İsrailli eser başına 15 Filistinlinin naaşının iadesi; İsrail birliklerinin kısmi çekilmesi; Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Kızılay Komitesi dahil olmak üzere uluslararası kuruluşlar tarafından koordine edilecek şekilde Gazze’ye günde 600 yardım kamyonunun girmesine izin verilmesi.

Ateşkes, anlaşmayı imzalayan taraflar olan ABD, Mısır, Katar ve Türkiye tarafından gözlemlenecek ve ABD ateşkesin uygulanmasını garanti edecek. O zamandan bu yana, dört imzacı ülke de İsrail’in Gazze’ye yönelik günlük saldırılarını sürdürmesini ve yardımları durdurmasını engellemek için hiçbir şey yapmadı.

İkinci aşamada, Hamas’ın silahları, tünelleri ve askeri altyapısı ortadan kaldırılacak; Hamas’a af teklif edilecek ve silahlarını teslim etmeyi veya İsrail ile barış içinde bir arada yaşamayı reddeden üyeler sürgüne gönderilecek. Tüm bunlar, ABD, Arap ve Avrupalı personelden oluşan geçici bir Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) tarafından denetlenecek ve bu güç, “uzun vadeli istikrar ve barışı sağlamak” için Filistin polis gücünü de eğitecek.

Anlaşmanın üçüncü aşamasında, Trump’ın başkanlık ettiği ve eski Birleşik Krallık başbakanı ve savaş suçlusu Tony Blair ile diğer uluslararası şahsiyetlerin de yer aldığı bir “Barış Kurulu”nun denetiminde, bazı Filistinlilerin de dahil olacağı geçici bir teknokratik komite oluşturulacak. Bu Komite Gazze’yi yönetecek, bölgenin yeniden inşasını organize edecek ve belirsiz bir “reform” programının tamamlanmasının ardından gelecek bir zaman diliminde iadreyi Filistin Yönetimi’ne bırakacak.

İbrahim Anlaşmaları’nın pekiştirilip genişletmesi

Gazze’yi reformdan geçmiş bir Filistin Yönetimi’ne devretmeye ilişkin belirsiz ifadeler, Suudi Arabistan’ın İbrahim Anlaşmaları’nı imzalaması için gerekli desteği sağlamayı amaçlamaktadır. Riyad’ın fiili hükümdarı Muhammed bin Selman, 18 Kasım’da Beyaz Saray’ı ziyaret edecek.

Biden yönetimi tarafından 2023 yılında Yeni Delhi’de düzenlenen G20 zirvesinde başlatılan ve Netanyahu tarafından desteklenen ABD’nin “Yeni Ortadoğu” planının temel unsurlarından biri, Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’dur. Bu koridor, Güney Asya, Körfez ve Avrupa’yı İsrail üzerinden birbirine bağlayan bir ulaşım, enerji ve veri koridoru olacak ve İsrail’in kuzeyindeki Hayfa limanı, şu anda Hintli liman işletmecisi ve lojistik şirketi Adani Ports and SEZ’in mülkiyetinde olan önemli bir lojistik merkezi haline gelecek. Yeniden inşa edilen Gazze, düşük ücretler ve sömürücü çalışma koşullarıyla eş anlamlı olan düşük vergili “özel ekonomik bölgeler”e ev sahipliği yapacak.

Hindistan- Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru ve bağlantıları [Photo by ecfr.eu / CC BY-SA 4.0]

İbrahim Anlaşmaları, ilk Trump yönetimi döneminde başlatıldı ve halihazırda ABD, İsrail ve Körfez’in petrol devletleri arasındaki ekonomik ve askeri işbirliğini artırarak, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı bir denge unsuru oluşturdu. Anlaşma Hindistan ile Körfez ülkelerini Washington’a bağlayarak İran’ı devre dışı bıraktı. Bu girişim, kısmen BAE tarafından finanse edilen Doğu Akdeniz’deki açık deniz petrol ve doğal gaz sahaları aracılığıyla İsrail’in daha geniş bir bölgeye entegrasyonu üzerine inşa edildi. İsrail’in Leviathan sahası, 35 milyar dolarlık bir anlaşma kapsamında 130 milyar metreküp doğal gazı önümüzdeki 15 yıl boyunca Mısır’ın LNG tesislerine aktararak İsrail gazını Avrupa’ya ihraç edecek ve Ürdün’ün elektrik şebekesine güç sağlayacak.

Trump’ın planı emperyalizmin en yalın ifadesidir: ABD başkanı tarafından atanan fiili bir şirket yapısı oluşturuluyor. Bölgedeki saldırı köpeği onun adına Gazze’yi yerle bir ettikten sonra, kendisi bu yapının başkanı olarak Gazze’nin hükümdarı olacak.

Bu yapı, 16. yüzyılın sonunda Londra’da bir grup önde gelen iş adamı ve tüccar tarafından kurulan ve aileleri bugün hala önde gelen bir konumda olan Britanya’nın Doğu Hindistan Şirketi’ne (East India Company) benzemektedir. 1600 yılında, Kraliçe I. Elizabeth tarafından kendilerine “Doğu Hint Adaları’nda Ticaret Yapan Londra Tüccarları Valisi ve Şirketi” unvanıyla kraliyet imtiyazı verildi. Bunun amacı, İngiltere’nin küresel etki alanını genişletme ve deniz ticaretinde rakiplerinin hakimiyetini kırma çabalarıyla bağlantılı olarak, Portekiz ve Hollanda’nın Asya’daki ticari gücünü kırmaktı. Doğu Hindistan Şirketi sonunda, Hindistan’ın bazı bölgelerini yöneten yarı egemen bir güç haline geldi.

Gazze’nin konumu bu açıdan önemlidir: Akdeniz’in doğu ucunda, üç kıtanın kesiştiği noktada yer almaktadır; burası, Gazze açıkları da dahil olmak üzere geniş maden kaynaklarına sahip bir bölgede, ABD emperyalizminin askeri köprübaşı haline gelecektir. Filistinliler, 1999 yılında keşfedilen Gazze açıklarındaki kaynaklara uzun süredir erişememekte. Oysa bu sular Oslo Anlaşmaları uyarınca Filistinlilere tahsis edilmişti.

Yerinden edilmiş Filistinliler Gazze Şeridi'nin merkezindeki Gazze Vadisi yakınlarında toplanırken, İsrail tankları Gazze şehrine giden sahil yolunda konuşlandırıldı, 9 Ekim 2025 Perşembe. [AP Photo/Abdel Kareem Hana)]

2022 yılında Biden yönetiminin arabuluculuğuyla İsrail ile deniz sınırlarını çözüme kavuşturan Lübnan, ülkedeki Hizbullah’ın askeri ve siyasi gücünü ortadan kaldırmadığı sürece keşif için gerekli finansmanı alamıyor. Suriye de henüz kendi sularında keşif çalışmalarına başlamadı. Eski cihatçı, şu an geçici devlet başkanı olan Ahmed eş-Şara, 10 Kasım’da Beyaz Saray’ı ziyaret edecek. Özellikle Rusya ve Çin açısından büyük jeostratejik öneme sahip bir konumda bulunan Gazze, önemli bir satış pazarı ve yatırım yeri işlevi görebilir.

Ortadoğulu güçler, böylesi bir kirli emperyalist operasyona katılmalarının kendi ülkelerindeki işçi sınıfı arasında yaratacağı tepkiyi korkuyla bekliyorlar. Filistinlilere yönelik baskılarını meşrulaştırmak için ISF’nin hedeflerini, yetkilerini, bağlılık ilişkilerini ve çalışma yöntemlerini belirleyecek bir BM yetkisi taleplerinin ardından, Trump yönetimi BM Güvenlik Konseyi’ne bir karar taslağı sundu. Bu taslak, ABD ve diğer katılımcı ülkelere Hamas’ı silahsızlandırmak, Gazze’yi yönetmek ve güvenliği sağlamak için iki yıllık geniş bir yetki verirken, “Gazze anlaşmasını desteklemek için gerekli olabilecek ek görevleri” de yerine getirmelerini öngörüyor.

Daha da önemlisi, ISF “Mısır ve İsrail ile yakın istişare ve işbirliği içinde” kurulacak ve faaliyet gösterecek ve Filistin Yönetimi’nin yönetmeye uygun görüldüğü zamana kadar bu bölgeyi yönetecek olan Trump’ın “Barış Kurulu”nun geniş yetkisi altında çalışacak.

Bu, 1922’de Milletler Cemiyeti’nin sömürge güçleri Britanya ve Fransa’ya Filistin ve Suriye’yi kontrol etme yetkisi vermesine çok benziyor ancak bu kez sömürge güçleri ABD ve İsrail. Anlaşma sağlanırsa, Arap rejimleri ilk kez BM misyonuna kendi askerlerini göndermiş olacaklar.

Ankara, BM’nin onayıyla asker göndermeyi teklif etmiş olsa da Türkiye’nin Hamas’ın siyasi bürosuna ev sahipliği yapması, Hamas’ı meşru bir direniş örgütü olarak tanımlaması ve İsrail’in Suriye’yi zayıf ve bölünmüş tutma çabalarına karşı çıkması nedeniyle İsrail ile gerginlikler o kadar yüksek ki Netanyahu, Türk veya Katar güçlerinin Gazze’ye girmesine izin vermeyi reddediyor. Netanyahu, Mısır ve Ürdün tarafından eğitilen Filistin Yönetimi güvenlik güçlerinin Gazze’ye konuşlandırılmasını da “kesinlikle reddetti.”

Yoksul kitleleri demir yumrukla yöneten bu yozlaşmış rejimler, Faustvari bir pazarlık yaptılar. Filistinlilerin ve İsrail ile ABD emperyalizmine karşı yürütülen her türlü direnişin zorla bastırılmasına açıkça katılmaları karşılığında Washington’dan güvenceler aldılar. Bu güvencelerden biri Washington’ın, yeni bir “Arap Baharı” ya da bu rejimleri devirmekle tehdit eden kitlesel bir hareket olması durumunda onların “güvenliğini” destekleme taahhüdüdür. Onlar aynı zamanda kendi yönetimlerine karşı muhalefet güçlerini destekleyen İran’a karşı -Çin ile savaş hazırlıkları kapsamında- savaşa girmeye hazırlanıyorlar.

Loading