TBMM’deki Gazze tezkeresinin gösterdikleri

Cuma günü TBMM Genel Kurulu, muhalefet partilerinin çağrısı üzerine İsrail’in Gazze saldırısı, Filistin halkına yapılan soykırım ve dayatılan kıtlık üzerine olağanüstü gündemle toplandı.

Genel Kurul toplantısı, BM’nin Gazze’de kıtlık yaşandığını önceki hafta resmen ilan etmesinin ve İsrail’in emperyalist güçlerin desteği ile Gazze Şehri’ni tamamen istila etme yönündeki operasyonlarını hızlandırmasının ardından geldi.

29 Ağustos Cuma günü TBMM Genel Kurulu'nda Gazze üzerine tezkere oylanıyor. (Photo: TBMM)

TBMM başkanı tarafından oylamada “ittifakla” kabul edildiği belirtilen tezkere, Türk burjuvazisinin Gazze soykırımına sözde muhalefetini yineleyen ikiyüzlü ve aldatıcı bir açıklamadan fazlası değildir. Bununla birlikte, DEM Parti ile ittifak kurarak meclise giren Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile Emek Partisi (EMEP) milletvekilleri oylamaya katılmadıklarını ve “evet” oy vermediklerini açıkladılar.

Dokuz maddelik tezkere “Filistin halkının İsrail tarafından on yıllardır maruz bırakıldığı işgal, imha ve ilhak uygulamalarını en güçlü şekilde” kınarken “Uluslararası toplumu, İsrail’i Gazze’de kalıcı bir ateşkesi kabul etmeye, silahlı güçlerini bölgeden çekmeye ve Gazze’ye kesintisiz insani yardım ulaşımını sağlamaya zorlamak için daha fazla çaba göstermeye” davet ediyor.

Tezkere tüm ülke parlamentolarını “İsrail ile olan tüm askeri ve ticari ilişkileri sonlandırmaya, Filistin halkına yönelik uygulanan ambargoyu kırmaya yönelik acilen harekete geçmeye; İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarındaki soykırım ve sömürge politikalarını reddetmeye ve kınamaya; Filistin halkının meşru haklarını savunmaya, iki Devletli çözüm perspektifini korumaya ve Filistin Devleti’ni tanımayan ülkeleri de Filistin’i tanıma çağrısında bulunmaya” davet etti.

Güçlü kınamalarla süslü tezkere, iflas etmiş “iki devletli çözüm”ü yinelerken, bizzat Gazze soykırımını destekleyen, silahlandıran ve finanse eden emperyalist güçlere çağrı yapma biçimindeki aciz ve başarısız politikayı tekrarlıyor. Tezkerenin temelini oluşturan, NATO üyesi Türkiye’nin hem emperyalist müttefikleriyle hem de İsrail ile bağlarına hiçbir şekilde zarar vermeme arayışıdır.

Tezkere ayrıca “İsrail’e destek veren bazı devletlerin Filistin’i tanımaya ve İsrail’i boykot etmeye yönelik kararları devreye alması”nı umut verici olarak ve gelinen aşamayı “insanlık vicdanının büyük bir başarısı” olarak nitelendirdi.

Bu, geçtiğimiz günlerde Gazze’deki kıtlığın artık görmezden gelinemeyecek boyutlara ulaşması ve kendi ülkelerinde toplumsal muhalefeti tetiklemesi üzerine birçok ülkenin İsrail’i eleştiren açıklamalar yapmasına atıf yapmaktadır. Ancak aynı devletler retorik açıklamalara karşın İsrail’e soykırımı sürdürmesine imkan veren silah tedariki dahil ticareti sürdürüyor ve kendi ülkelerinde soykırım karşıtı muhalefeti uydurma antisemitizm suçlamaları ve polis zoruyla bastırmaya çalışıyor.

Tezkeredeki çağrılara karşın bizzat Ankara, Gazze’deki soykırımda Siyonist rejimi Azerbaycan’dan gelip Türkiye üzerinden giden petrolle beslemeyi sürdürüyor ve ülkedeki askeri üslerin ABD tarafından İsrail yararına kullanılmasına izin veriyor. Dahası, Türkiye’nin İsrail ile askeri materyalleri de kapsayan ticareti resmi olarak Filistin üzerinden devam ediyor.

Türkiye’deki kapitalist düzen partilerinin İsrail’e yönelik tepkisinin Filistinlilere yönelik soykırıma ilkeli bir muhalefetle hiçbir ilişkisi yoktur. 2002’den beri Erdoğan hükümeti Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de milyonlarca insanın öldüğü ve sığınmacı haline geldiği kanlı savaşlarda ABD ve NATO’nun kritik bir müttefiki olarak rol alırken, burjuva muhalefet partileri de taktiksel farklılıkları ne olursa olsun ABD-NATO emperyalizminin çizgisine sadık kalmışlardır.

Türkiye’nin İsrail’e yönelik eleştirileri ve bu iki müttefikin karşı karşıya gelişi, esas olarak ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya tam egemen olma arayışı doğrultusundaki emperyalist savaşın bir yan ürünü olarak gelişmiştir. Ankara ile Tel Aviv arasında artan gerilim ve rekabet, Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de jeopolitik nüfuz mücadelesinden kaynaklanmaktadır.

İsrail, Filistinlilerin 7 Ekim 2023’teki ayaklanmasını Ortadoğu’da haritaları yeniden çizmek üzere önceden planlanmış bir saldırıyı başlatmak için fırsat olarak kullandı. ABD’nin vekil gücü olarak İsrail, İran’a ve onun Lübnan, Yemen ve Suriye’deki müttefiklerine karşı saldırıya geçti.

Aralık ayında ABD ve Türkiye destekli İslamcı cihatçılar tarafından Suriye’de Devlet Başkanı Beşar Esad rejiminin devrilmesi, Ankara ile Tel Aviv arasındaki rekabeti kızıştırdı ve bölgesel bir savaş riskini artırdı. Rejim değişikliğinin ardından İsrail Suriye’nin güneyindeki işgalini genişletirken, ülkenin geri kalan askeri altyapısını geniş çaplı hava saldırılarıyla hedef aldı.

Türkiye, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile müttefik Kürt güçlerine (YPG-SDG) karşı Suriye’nin kuzeyindeki askeri işgalini sürdürürken, Ankara’nın yeni Şam rejimi ile güçlü siyasi ve ideolojik bağları Tel Aviv tarafından bir tehdit olarak görülüyor. İsrail buna karşı Suriye’de azınlıkların özerkliğini destekleyip teşvik ediyor. Güneyde Dürzi gruplara himaye sağlarken Suriye’nin petrol zengini kuzey ve doğu bölgelerini kontrol eden Kürt milliyetçisi güçleri “doğal müttefik” olarak görüyor. Geçtiğimiz günlerde Aleviler de Tartus ve Lazkiye illeri ile Humus ve Hama’nın bazı bölgelerini kapsayacak şekilde batı ve orta Suriye’de özerk bir bölge talep ettiler.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu geçtiğimiz hafta “Ben saf biri değilim ve Suriye’de kiminle uğraştığımızı çok iyi biliyorum, bu yüzden güç kullandık,” dedi ve hükümetinin Suriye’yi kimin kontrol ettiği konusunda “kendini kandırmadığını” belirtti. Bu açıklamanın başlıca hedefinin Ankara olduğu bir sır değildir.

Erdoğan da geçtiğimiz hafta Suriye’deki Kürt güçlerini İsrail ile olası işbirliği ve özerklik arayışlarına karşı tehdit ederek uyardı: “Yönünü Ankara’ya ve Şam’a dönenler kazanacak. Kıblesini şaşırıp kendilerine yeni yabancı patronlar arayanlar eninde sonunda kaybedecektir. Şunu da biliyoruz ki kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz.”

Ortadoğu’daki emperyalist yeniden paylaşım savaşının şiddetlenmesi ve Türkiye ile İsrail arasında artan rekabet, geçtiğimiz yıldan beri Ankara’yı PKK ile anlaşma arayışına yöneltti. Dünya Sosyalist Web Sitesi, en başından itibaren bunun Kürt meselesinin demokratik çözümüyle hiçbir ilişkisinin olmadığını ve Türk ve Kürt burjuvazisi arasındaki gerici bir anlaşma çabası olduğunu açıkladı. Erdoğan hükümeti, PKK’nin hapisteki lideri Abdullah Öcalan’ın da desteğiyle, İsrail’in bölgedeki yayılmacı emellerinin karşısına bir o kadar gerici “Türk-Kürt-Arap” ittifakı perspektifini çıkararak, bu analizi resmen doğrulamış oldu.

Bu anlaşma arayışının parlamentodaki ifadesi, tüm parti temsilcilerinin davet edildiği ve TİP ile EMEP’in de katılarak destek verdiği bir komisyonun kurulması oldu. Komisyonun ana işlevi, emperyalizm yanlısı sağcı burjuva partilerinin Kürt meselesi dahil temel siyasi sorunları çözebileceği ve demokratik bir rejim kurabileceği yanılsamasını yaymaktır.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Türkiye şubesi olan Sosyalist Eşitlik Grubu, emperyalist ve kapitalist hükümetlere değil, soykırıma ve emperyalist savaşa son verebilecek tek toplumsal güç olan uluslararası işçi sınıfına seslenmekte ve onu siyasi iktidar uğruna mücadelede seferber etmeye çalışmaktadır. Bu mücadelede, aşağıdaki taleplerin öne sürülmesi elzemdir:

  • Türkiye NATO’dan çıksın ve ülkedeki üsler kapatılsın.
  • Azerbaycan’ın Türkiye üzerinden petrol sevkiyatı durdurulsun.
  • İsrail’e yapılan tüm silah sevkiyatı derhal durdurulsun. 
  • İsrail ile tüm ticari ve diğer ekonomik faaliyetler boykot edilsin.
  • Soykırımın gerçekleştirilmesinde İsrail’e yardımcı olan ABD’li, Avrupalı ve tüm diğer şirketler suçlanıp yargılansın.
  • İsrailli yetkililer savaş suçlarından tutuklansın. 
  • Gazze soykırımına karşı muhalefete yönelik baskılara son.
Loading