Türkiye’de hükümetin önümüzdeki 3 yıllık (2026-2028) ekonomik hedef ve politikalarının yer aldığı Orta Vadeli Program (OVP) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından onaylanarak 7 Eylül tarihinde yürürlüğe girdi.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın bir sunumla tanıttığı OVP, Türkiye’nin ekonomik stratejisinin “sürdürülebilir büyüme”ye, enflasyonun düşürülmesine ve bütçe açığını kapatma adına mali disiplinin sürdürülmesine dayanacağını göstermektedir. Geçen yıl ilan edilen programda olduğu gibi, işçi sınıfının sosyal koşullarına cepheden saldırı tırmandırılmaktadır.
OVP, Mehmet Şimşek’in ekonomi politikalarının başına getirildiği 2023 Haziran ayından bu yana uygulanan politikalar ile uyumludur. Türk burjuvazisinin ve uluslararası sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan program, işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarına yönelik saldırılar, reel ücretlerin ve alım gücünün düşürülmesi ve vergilerin artırılması şeklindeki kemer sıkma önlemlerinin artarak devam edeceği anlamına gelmektedir.
Geçtiğimiz yıllarda hükümetin yüksek enflasyonu düşürme ve bütçe açığını kapatma adına başlıca politikası işçi ücretlerini baskılamak ve faizleri yükseltmek şeklindeydi. Talebi kısıp tasarrufları artırmayı hedefleyen bu politika, enflasyonu ciddi ölçüde düşürmediği gibi emekliler dahil işçi sınıfının daha da yoksullaşmasına ve en üstteki zengin azınlığın yüksek faiz gelirleri ile daha da zenginleşmesine yol açtı. Hükümetin artan faiz harcamaları ise “vergilerin tabana yayılması” adı altında işçi sınıfına dayatıldı.
Haziran 2023’te yüzde 38 olan resmi enflasyon Mayıs 2024’te yüzde 75’e kadar çıktı. Ağustos 2025’teki resmi oran yüzde 33 oldu. İki yılı aşkın bir süre uygulanan sert kemer sıkma politikalarına rağmen resmi enflasyon sadece yüzde 5 geriledi. Bu bile enflasyonun ana kaynağının işçilerin ücretleri ve onlara yapılan zamlar olduğu yalanını yerle bir etmektedir.
Gerçekte ise enflasyonun ana kaynağı, bankaların ve büyük şirketlerin fahiş kârlarından kaynaklanmaktadır. Bu gerçek, geçtiğimiz yıl Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Erhan Çetinkaya tarafından bile şöyle kabul edilmişti: “Şirket karları enflasyonun üzerinde artıyor. Türkiye’deki fahiş şirket kârları enflasyonu yukarı taşıyan bir etkiye sahiptir, akademik olarak bu gösterilmiştir.”
Hükümet, kamu kaynaklarını vergi indirimleri, teşvikler ve faiz ödemeleriyle bankalara ve büyük şirketlere aktarmakta ve aynı kapitalist oligarkların çıkarlarını savunmak için büyük kaynakları silahlanmaya harcamaktadır.
OVP’de enflasyonun bu yıl sonunda yüzde 28,5 olacağı tahmin ediliyor. Enflasyon hedefi gelecek yıl için yüzde 16, 2027 için yüzde 9, 2028 için yüzde 8 olarak belirlendi. Daha öncekiler gibi bu hedefler de son derece şüphelidir. Ancak kesin olan, işçi sınıfına şiddetli bir kemer sıkmanın dayatılmak istendiği ve bunun da sınıf mücadelesini keskinleştireceğidir.
Hedeflenen enflasyon, son dönemde hem asgari ücrete hem de kamu işçileri, memur ve emeklilerin maaşlarına yapılan zamlarda hükümet tarafından başlıca kriter olarak görülüyor. Hedef enflasyon geçmiş programlarda görüldüğü gibi zaman içinde yukarı çekiliyor. Bir önceki OVP’de 2025 için yüzde 17,5 ve 2026 için yüzde 9,7 enflasyon hedeflenmişti.
Programda bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya (GSYİH) oranının 2026’da yüzde 3,5, program dönemi sonunda (2028) ise yüzde 2,8 olacağı öngörüldü. 2024’te yüzde 4,7 olan bu oranın artması beklenen faiz ödemeleri ve askeri harcamalara rağmen yüzde 2,8’e düşürülmesi oldukça iyimser. Bu hedef aynı zamanda uygulanmakta olan sosyal saldırıların boyutuna da işaret etmektedir.
Hükümetin bütçe açığında en önemli kalemlerden birini faize ayrılan tutar oluşturuyor. Faiz ödemeleri bu yılın ocak-ağustos döneminde yüzde 86 artarak 1,4 trilyon TL’ye (~34 milyar dolar) çıktı. Bu tutar geçtiğimiz yıl aynı dönemde 764 milyar TL idi. 2025 yılında toplamda 2 trilyon 152 milyar TL (~52 milyar dolar) faiz ödenmesi bekleniyor. OVP’ye göre faiz harcamalarının 2026’da 2,86 trilyon, 2027’de 3,16 trilyon ve 2028’de 3,47 trilyon liraya ulaşması bekleniyor.
Faize ek olarak silahlanma harcamalarında da rekor artışın sürmesi planlanıyor. 2024’te savunma harcamalarının GSYİH’ye oranı yüzde 2 (800 milyar lira) olan Türkiye’nin, NATO taahhüdü doğrultusunda harcamalarını yüzde 5’e çıkarmak için bütçeden ek olarak yaklaşık 1,5 trilyon ayırması gerekiyor. Bu, sosyal harcamaların daha fazla kısılması ve asıl olarak emekçilerden elde edilen vergilerin daha fazla artırılması demektir. Kapitalist oligarşinin dışarıdaki savaş politikaları ve gerici emelleri, içeride işçi sınıfına açılan savaş ile ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır.
OVP bu amaçla işçi sınıfına yeni sosyal kesintiler dayatmayı planlıyor. Bunlardan biri Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi’nin (TES) hayata geçirilmesi olacak. “Tasarrufu artırmayı” ve çalışanlara emekli olduklarında ikinci bir maaş sağlamayı hedeflediği iddiasıyla pazarlanan bu sistem, esasen kıdem tazminatının gasp edilmesini amaçlıyor. Sistemde işçi ve emekçilerin maaşlarından her ay yüzde 3 kesinti yapılmasını öngörülüyor. Biriken primlerin kullanabilmesi için en az 10 yıl kalma zorunluluğunun olduğu ve sistemden çıkışın çok sıkı şartlara bağlandığı bu sistemde toplanan fonlar hükümetin bütçe açıklarının kapatılmasına hizmet edecek ve İşsizlik Fonu’nda olduğu gibi şirketler yararına kullanılacak.
OVP’de 2026 bütçe gelirleri içerisinde vergilerin payının yüzde 85 olması hedefleniyor. 2025’e göre yüzde 28,41’lik bu artış 2026 yılı enflasyon beklentisi olan yüzde 16’nın oldukça üzerinde. Bu, hükümetin emekçilere yüklenecek yeni vergiler planladığının bir işaretidir.
Halihazırda hükümet büyük kısmı işçilerden karşılanmak üzere vergilerde önemli artışlar yaptı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 2025 yılı Ocak-Ağustos dönemine ilişkin açıkladığı verilere göre gelir ve kazançlar üzerinden alınan vergiler geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 84,3 arttı ve toplam tahsilat 2 trilyon 536 milyar TL’ye ulaştı. Bu tutarın 1,7 trilyon lirası işçilerin ücretlerinden elde edildi. Şirketlerden alınan doğrudan vergi olan kurumlar vergisi ise sadece 843,7 milyar TL oldu. Yani işçilerden alınan doğrudan vergi, şirketlerden alınanın iki katıdır.
Büyük şirketler devasa teşvikler alırken hükümet küçük işletmelere de ek vergi getirmeyi planlıyor. Yeni uygulamaya göre basit usulde vergi veren yaklaşık 816 bin esnafın büyük kısmı 2026’da gerçek usulde vergi yöntemine geçecek. Bu, esnaflar için ek vergi ve yükümlülükler anlamına geliyor.
Hükümetin, egemen sınıfın hizmetinde, kamu kaynaklarını şirketlere, bankalara ve militarizme aktarmak için işçilerin sosyal haklarına ve yaşam koşullarına saldırması uluslararası bir olgudur. Türkiye’de ve dünya genelinde sendika bürokrasilerinin de işbirliği yaptığı bu kapitalist saldırıya karşı her yerde işçi direnişleri ve sosyal mücadeleler gelişiyor ve ileriye giden bağımsız bir yol arıyor.
Bu mücadeleler Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin 2025 Yeni Yıl Açıklaması’ndaki şu tespitini doğrulamaktadır: “Geçtiğimiz beş yıla egemen sınıfın kapitalist krize verdiği yanıt damgasını vurdu. Önümüzdeki beş yıla ise sınıf mücadelesinin patlaması damgasını vuracak ki bu şimdiden başlamıştır.”
Sadece son haftalarda; Britanya’da Gazze soykırımı karşıtı kitlesel gösterilere Fransa’da sosyal kesintilere karşı perşembe günü devam eden mücadeleler eşlik etti. Endonezya’nın ardından Nepal’de patlak veren kitlesel gösteriler başbakanı istifaya zorladı.
Türkiye’de ise mart ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından patlak veren kitlesel gösteriler, yaz aylarında kamu işçi ve memurlarının grev ve eylemleri, belediyelerdeki fiili grevler ve başka birçok sektörde devam eden mücadeleler, geniş işçi ve gençlik kitleleri arasında artan mücadele kararlılığının işaretleridir.
Kemer sıkma, savaş ve soykırıma karşı büyük toplumsal muhalefetin farkında olan egemen sınıf, buna demokratik hakları ortadan kaldırıp otoriter rejimler inşa ederek tepki veriyor. İşçi sınıfı ve gençlik tüm bu saldırılara kapitalizm karşıtı uluslararası bir karşı saldırı ile cevap vermelidir. Bunun için işçilerin kapitalist düzen partilerinden ve sendikal aygıttan bağımsız kendi devrimci partilerini ve taban komitelerini inşa etmeleri gerekiyor. Bu, Sosyalist Eşitlik Partisi‘nin ve Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı‘nın inşası uğruna mücadele demektir.