Perspektif

Trump’ın faşist komplosuna karşı mücadele: Sosyalist bir strateji

ABD Başkanı Donald Trump, Washington, Beyaz Saray'daki Oval Ofisi'nde bir muhabirin sorusunu dinliyor, 19 Eylül 2025 Cuma. [AP Photo/Alex Brandon]

Charlie Kirk suikastından bu yana geçen bir hafta içinde, Trump yönetimi başkanlık diktatörlüğü kurma komplosuna hız verdi.

Trump rejiminin politikası, Trump’ın en yakın siyasi müttefiklerinden biri olan faşist stratejist Stephen Bannon tarafından şu şekilde açıkça dile getirildi: “Savaşacaksak, savaşalım.” Trump yönetimi halkına, demokratik haklara ve anayasal hükümete karşı savaşıyor.

Bu savaş, Kirk’ün kamuoyunda tanrılaştırılması ile yürütülüyor. Geçtiğimiz hafta boyunca Beyaz Saray, Trump yönetimine yönelik tüm eleştirileri yasaklamaya yönelik bir kampanya başlattı. Öğretmenler, havayolu çalışanları ve başka sektörlerden işçiler, Kirk hakkında eleştirel sosyal medya paylaşımları yaptıkları için işten atıldılar.

Çarşamba günü ABC/Disney, Kimmel’in Kirk’ün öldürülmesinin siyasi olarak istismar edilmesiyle ilgili zayıf ama doğru sözler söylemesinin ardından Jimmy Kimmel Live! programını askıya aldığını duyurdu. Bu karar, Beyaz Saray yetkililerinin ve emir erlerinin talimatının ardından alındı. FCC (Federal İletişim Komisyonu) Başkanı Brendan Carr, yayıncılara “Bunu kolay yoldan ya da zor yoldan yapabiliriz,” diyerek tehdit savurunca, Nexstar ve Disney, milyarlarca dolarlık şirket birleşmelerini ve kârlarını korumak için hemen talimata uydular.

Perşembe günü yapılan röportajlarda Carr, Kimmel’in programının askıya alınmasının bir “son” olmadığını belirterek, “medya ekosisteminde büyük bir değişim” çağrısında bulundu. Aynı gün Trump, yetkililerin kendisi hakkında “olumsuz haberler” yapan yayıncıların lisanslarını iptal etmeleri gerektiğini ilan etti.

Şu anda kritik soru şudur: Diktatörlüğe doğru bu gidişatı durdurmak için ne yapmalı? Bu soruyu yanıtlarken, Trump’ın Anayasa’yı ortadan kaldırma teşebbüsünün siyasi bağlamını, hükümetin eylemlerinin altında yatan sınıfsal ve ekonomik çıkarları, demokratik hakları savunma kapasitesine sahip sosyal gücü ve Trump’a karşı mücadelenin dayandırılması gereken siyasi stratejiyi ve programı belirlemek gerekiyor.

İlk olarak, şu anda yaşananların, ordu, polis, paramiliter güçler ve faşist çetelere dayanan bir başkanlık diktatörlüğü kurma çabası olmadığına dair kendini kandırıcı tüm umutları bir kenara bırakmak gerekir. Charlie Kirk’ün yüceltilmesindeki temel amaç, ülkedeki en gerici güçleri hareketlendirmeye yönelik bir şehit sembolü sağlamaktır.

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin uyardığı üzere, ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ve Beyaz Saray Genel Sekreter Yardımcısı Stephen Miller gibi Trump’ın yakın çevresindeki Hitler hayranları, daha önce Naziler tarafından yazılmış senaryoyu sahneye koyuyorlar. Kirk, Trump rejiminin “Horst Wessel”i (öldürülen bir fırtına birlikleri askerinin adı) ve suikast, Hitler’in Mart 1933’te mutlak iktidarı ele geçirmek için değerlendirdiği kötü ünlü Reichstag Yangını’na eşdeğerdir.

Jimmy Kimmel şovunun iptal edilmesi de Nazi rejiminin taktiklerine dayanmaktadır. O zamanlar Hitler’in onuruna ve haysiyetine hakaret olarak görülen şakalar da dahil olmak üzere her türlü konuşma, ağır cezayı hak eden bir suç olarak değerlendiriliyordu. “Heil Hitler” selamı, arkadaşlar arasında bile zorunlu bir selamlama şekli haline getirilmişti.

İkincisi, Trump kafasına göre hareket etmiyor. Kişisel özellikleri ne kadar grotesk olursa olsun, şirket-finans oligarşisinin çıkarlarını temsil ediyor. Burada da Nazi Almanya’sı ile paralellikler tüyler ürperticidir. Hitler’in iktidara gelmesinin, önde gelen Alman kapitalistlerinin Nazi hareketine sağladığı kaynaklar olmadan mümkün olamayacağı tarihsel bir gerçektir. Hitler, iktidara geldikten sonra, acımasız rejimiyle Alman bankalarının ve şirketlerinin çıkarlarına hizmet etmiş ve onlar da onun diktatörlüğünü desteklemiştir.

Trump ile günümüzün finans-şirket oligarşisi arasındaki ittifak, Nazi Almanya’sında hüküm süren ittifaktan bile daha yoğundur. Abartısız bir şekilde, bu ittifak bir aşk ilişkisi olarak tanımlanabilir. Trump’ın demokratik haklara saldırısının ortasında, geçen hafta Beyaz Saray’da düzenlenen bir akşam yemeğinde, milyoner ve milyarderlerden oluşan bir grup tarafından kendisine övgüler düzüldü. Bu hafta Londra’daki Windsor Kalesi’nde daha da tiksindirici bir gösteri sahnelendi. Kral III. Charles’ın yanında oturan Trump, Apple’dan Tim Cook, OpenAI’dan Sam Altman, Microsoft’tan Satya Nadella, Alphabet’ten Ruth Porat, Blackstone’dan finansçı Steve Schwarzman, Citigroup’tan Jane Fraser, BlackRock’tan Larry Fink ve Bank of America’dan Brian Moynihan gibi bir dizi oligarkın da katılımıyla devlet resepsiyonuyla onurlandırıldı.

Üçüncüsü, Trump’a gösterilen bu hürmetin arkasında soğukkanlı ekonomik ve siyasi hesaplar var. Nüfusun çok küçük bir kesiminin elinde sarsıcı derecede yoğunlaşan servet, demokratik yönetim biçimleriyle bağdaşmıyor. Zenginler, servetlerini savunmanın ve işçi sınıfını sınırsızca sömürmenin demokrasi ile çeliştiğini biliyorlar. Onların tercih ettikleri siyasi yönetim biçimi, diktatörlüktür.

Bununla birlikte, oligarşinin Amerikan demokrasisinden arta kalanları yok etmeyi desteklemesinin nedenleri, daha fazla para ve kişisel servet elde etme konusundaki durdurulamaz hırslarının ötesine geçmektedir. Amerikan egemen sınıfı, kapitalist sistemin varoluşsal krizinin son derece farkında ve bundan dehşete düşmüş durumdadır. Şu anda 40 trilyon dolara yaklaşan ulusal borcun sürdürülemez olduğunun bilincindedir.

Oligarklar, işçi sınıfının yaşam standartlarına ve hatta hayatlarına yönelik büyük bir saldırının gerekli olduğuna inanıyorlar. Yirminci yüzyılın ilk yirmi yılındaki “ilerici dönem”, 1930’lardaki Yeni Düzen ve 1960’lardaki Büyük Toplum gibi tüm sosyal reformlar sona erdirilmelidir. Sosyal Güvenlik, Medicare ve Medicaid gibi kritik programlar neredeyse tamamen ortadan kaldırılacaktır. Tıp alanında COVID, kızamık, kabakulak, çocuk felci, boğmaca ve diğer ölümcül hastalıklara karşı aşıların sonlandırılmasına kadar varan savaş, bebek ve çocuk ölüm oranlarını önemli ölçüde artırmayı ve yaşam beklentisini düşürmeyi amaçlamaktadır.

Fabrikalarda, madenlerde, depolarda, tersanelerde ve diğer işyerlerinde yaralanma ve ölüme karşı her türlü koruma önlemlerinin ortadan kaldırılması da önemli bir hedeftir.

Kapitalist elitlerin siyasi hesaplamalarındaki bir başka faktör de Amerikan emperyalizminin karşı karşıya olduğu jeopolitik krizdir. Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel ekonomik ve stratejik konumundaki uzun süreli bozulma kritik boyutlara ulaşmıştır. Çin’in yükselişi ve Amerikan hegemonyasına meydan okuyan devletler ittifakının gelişimi, savaş dışında hiçbir şekilde durdurulamaz. Amerika Birleşik Devletleri’nin militarizasyonu, giderek daha fazla harcama yapılmasını talep etmektedir ve bu da sosyal harcamaları ve ücretleri kısma baskısını yoğunlaştırmaktadır. Dahası, savaşların hazırlanması ve başlatılması, iç siyasi muhalefetin şiddetle bastırılmasını gerektirmektedir.

Amerikan demokrasisinin çöküşünün altında yatan nesnel faktörler bunlardır. Trump’ın politikaları, egemen sınıfın politikalarıdır. Bu, onun kişiliğinin ve MAGA (“Amerika’yı Yeniden Büyük Yap”) komplosunun bu rejime bilhassa yozlaşmış karakterini kazandıran belirli patolojik özelliklerini göz ardı etmek anlamına gelmez. Ancak, Trump aniden sahneden silinse bile, diktatörlüğe doğru gidiş durmayacaktır. Demokrasiye ve işçi sınıfına karşı savaş devam edecektir.

Demokrasinin çöküşünün bu nesnel nedeni, tüm büyük kapitalist ülkelerde benzer süreçlerin yaşanmasıyla doğrulanmaktadır. Avrupa genelinde neo-faşist partiler güçleniyor. Diktatörlüğe doğru gidiş, küresel bir olgudur.

Dördüncüsü, Trump’ın işçi sınıfına karşı savaşının kaynağının doğru teşhisi, kritik siyasi sonuçlara yol açar. Diktatörlüğe karşı ciddi bir mücadelenin başlangıç noktası, Demokratik Parti’den kopmaktır. Trump’a karşı çıkmak için Demokratik Parti’ye bel bağlamak, yenilgiyi garantilemek demektir.

Demokratlar, tıpkı Cumhuriyetçiler gibi, Wall Street, Pentagon ve şirket-finans oligarşisinin partisidir. Onların en çok korktuğu şey, faşizmin yükselişi değil, tabandan gelen ve kapitalist egemenliğin temellerini tehdit eden kitlesel bir hareketin patlak vermesidir. Bu, Demokratik Parti’nin Kirk’ün faşistçe yüceltilmesine korkakça teslim olmasını ve Jimmy Kimmel’in programının askıya alınmasına ve Trump’ın daha önce çıkardığı tüm diktatörce kararnamelere verdiği aciz tepkiyi açıklamaktadır.

ABD Senatosu’nun, Kirk’ün doğum günü olan 14 Ekim’i “Charlie Kirk’i Ulusal Anma Günü” ilan eden bir kararı oybirliğiyle kabul etmesiyle, Demokratik Parti’nin yerlere kapandığı açığa çıktı. Vermont Senatörü Bernie Sanders dahil hiçbir Demokrat, buna itiraz etme cesaretini gösteremedi. Oysa ilkesel gerekçelerle, yani bir ya da birkaç aşağılık şahsiyetin öldürülmesinin ilerici çıkarlara asla hizmet etmediği, işçiler ve gençler arasında kafa karışıklığı yarattığı ve gericilerin işine yaradığı gerekçeleriyle suikasta karşı çıkmak yeterli ve politik olarak doğru olurdu.

Ama ırkçılık, antisemitizm, medeni haklara karşı çıkma ve otoriter şiddeti teşvik etme geçmişi iyice belgelenmiş olan Kirk’ü ulusal kahraman olarak yüceltmek, tiksindiricidir. Yine de Sanders ve Demokratlar bu kutsamaya katıldılar.

Ertesi gün, parti yöneticilerinin de dahil olduğu 90 Demokrat, Temsilciler Meclisi’nde Cumhuriyetçilerle birlikte “Charles Kirk’ün hayatını ve mirasını onurlandıran” bir kararı kabul ederek, bu faşist provokatörü bir “özgürlük” ve “medeni tartışma” şehidi ve “yaşam, özgürlük, sınırlanmış hükümet ve bireysel sorumluluğun” “şiddetli savunucusu” olarak övdü.

Beşincisi, Trump’ı yenmek için verilen mücadelenin gelişimi, milyonlarca işçiden oluşan işçi sınıfının seferber edilmesine dayanmalıdır. Bu sosyal güç, doğru bir siyasi strateji temelinde seferber edildiğinde Trump’ı yenip onu görevinden uzaklaştırabilecek güce sahiptir.

Bu stratejinin temel unsurları şunlardır:

1) İşçi sınıfının Demokratik Parti ve onun işbirlikçileri ve savunucularından tam siyasi ve örgütsel bağımsızlığı, yani Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri (DSA), Bernie Sanders, Alexandria Ocasio-Cortez ve çeşitli sosyal medya platformlarında küfürler savurmanın Trump’ı durduracağına inanan sayısız orta sınıf örgütten ve bireyden bağımsızlık. Bunlar, histerik retoriklerinin Demokratik Parti’yi Trump’a karşı mücadeleye sevk edeceğini umut eden hayal kırıklığına uğramış liberallerin yöntemleridir.

2) İşçi sınıfını birleştirebilecek ve onun muazzam endüstriyel ve ekonomik gücünü Trump rejimine karşı seferber edebilecek yeni bir örgütlenme biçiminin kurulması. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin önerdiği bu yeni örgütlenme biçimi, taban komiteleridir. Trump’ın diktatörlüğüne karşı direnişi örgütlemek için her fabrika, işyeri, okul ve mahallede bu komiteler kurulmalıdır. Bu komiteler, işçi sınıfının tüm kesimlerini (sanayi, lojistik, ulaşım, restoran ve fast food, sosyal hizmetler, hukuki savunma, eğitim, sanat ve kültür, eğlence, tıp, sağlık hizmetleri, bilim, bilgisayar teknolojisi, programlama ve diğer yüksek uzmanlık gerektiren meslekler) ve öğrenci gençliği, Trump’ın faşist hükümetine, Demokratların suç ortaklığına ve demokratik haklara ve yaşam standartlarına yönelik daha geniş çaplı saldırıya karşı birleştiren direniş merkezleri haline gelmelidir.

Sendika bürokrasilerinin hakimiyetini kırmak için taban komitelerinin inşa edilmesi şarttır. Sendika bürokrasileri, şirketlerin emek polisi işlevi görmekte ve güçlerini işçi sınıfının her türlü direnişini engellemek için kullanmaktadır. Yetki, bürokratik parazitlerin ofislerinden işyerlerinde ve şantiyelerde çalışan işçilere devredilmelidir. Böylece strateji, politika ve eylemle ilgili tüm kararlar işçi sınıfı tarafından demokratik olarak alınabilir.

Tüm işyerlerine yayılan bu taban komiteleri, ülke çapında demokrasinin savunulmasının dayandırılabileceği yeni koordineli sosyal güç merkezleri yaratacaktır. Seferber olan işçi sınıfı, şu anda dağınık olan tüm protesto unsurlarını, kapitalist oligarşinin önderlik ve kontrol ettiği nefret edilen hükümete karşı kitlesel bir sosyal hareket biçiminde güvenle harekete geçirip birleştirebilecektir.

3) İşçi sınıfının önderlik ettiği bu hareket, sosyoekonomik gerçekleri doğru bir şekilde yansıtan ve nüfusun ezici çoğunluğunun çıkarlarına uygun bir programa ihtiyaç duymaktadır. Kapitalist oligarşi işçi sınıfına savaş açmıştır. Buna karşı gerekli yanıt, işçi sınıfının kapitalizme savaş açmasıdır ve bu, toplumun sosyalist temelde yeniden örgütlenmesiyle sonuçlanmalıdır. Bu, büyük sanayi kuruluşlarının, bankaların, kamu hizmetlerinin ve doğal kaynakların işçi sınıfı tarafından kamu mülkiyeti ve demokratik denetim altına alınmasını gerektirir. Dahası, yaklaşık 900 milyarderde yoğunlaşan sınırsız düzeydeki servet kamulaştırılmalıdır. En zengin yalnızca 400 Amerikalı, toplam 6,6 trilyon dolarlık bir servete sahiptir. Bu, bir önceki yıla göre 1 trilyon dolardan fazla bir artış demektir. Bu kadar çok para ve gücün yoğunlaşması, demokrasiyi öldüren bir sosyal tümördür.

4) Bu stratejinin en önemli unsuru —önceki tüm unsurların uygulanması ve gerçekleştirilmesinin bağlı olduğu— enternasyonalizmdir. İşçiler, eylemlerini küresel işçi sınıfının mücadeleleriyle koordine etmedikçe ve uyumlu hale getirmedikçe, Amerika Birleşik Devletleri’nde etkili bir mücadele yürütemezler. Faşizm tehdidi uluslararası bir olgudur. Her ülkenin kapitalist egemen sınıfının kendi Trump’ı, hatta Hitler’i vardır. Amerikalı işçiler, faşizmin kullandığı ırkçılığı ve etnik nefretleri kışkırtan başlıca kötülük olan gerici, zamanı geçmiş ve kendi kendini yok eden milliyetçilik ideolojisini reddetmelidir. Trump’ın diktatörlük yönelimini göçmenlere karşı vahşi bir saldırıyla başlatması tesadüf değildir. Göçmenlerin demokratik haklarının ellerinden alınması, Anayasa’nın ortadan kaldırılmasının sadece ilk aşamasıydı. Şehirlerde dolaşan maskeli Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Teşkilatı (ICE) ajanları, Trump’ın işçi sınıfının tüm kesimlerine karşı kullanmayı planladığı faşist paramiliter güçlerin öncüsüdür.

ABD emperyalizmine, militarizmine ve savaşa uzlaşmaz biçimde karşı çıkmak, Amerikalı işçilerin, Amerika Birleşik Devletleri sınırları ötesindeki sınıf kardeşleriyle uluslararası birliği için verilen mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Siyonist rejimin, büyük ölçüde ABD tarafından sağlanan silahlarla Gazze’de yaptığı soykırım, kapitalizmin yapabileceği barbarlığı ortaya koymaktadır. Tüm emperyalist güçlerin onayıyla Filistinlilerin topluca katledilmesi, kapitalist oligarşilerin “kendi” ülkelerindeki işçilere karşı yapmaya hazır oldukları şeylerin bir ön habercisidir.

Göçmenlerin haklarının, suç oluşturan ve insanlık dışı olan sınır dışı etme politikasına karşı savunulması gerektiği, bu enternasyonalist stratejiden kaynaklanmaktadır. Anayasada yer alan doğum yoluyla yurttaşlık hakkı ilkesi, taviz verilmeksizin savunulmalıdır. Dahası, sınıf bilinçli bir işçi, “yerli” ve “yabancı” arasındaki sinsi ve zalim ayrımı reddeder. Ayrıca, Trump yönetimi tarafından uygulanan yaptırımlara ve gümrük vergilerine karşı çıkılmalıdır. İşçi sınıfı, üretimde küresel bütünleşme çağında tamamen gerici olan ekonomik milliyetçiliği destekleyerek işlerini ve çıkarlarını savunamaz. İşçi sınıfı, yalnızca üretici güçlerin gelişimini boğmakla kalmayıp insanlığı nükleer dünya savaşına doğru korkunç bir yola sürükleyen ulusal sınırların kaldırılmasını talep ederek çıkarlarını ilerletebilir.

Sosyalist Eşitlik Partisi, daha Trump ikinci dönemine başlamadan ve diktatörlük hamlesini başlatmadan önce, Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nın (TK-Uİİ) kurulması çağrısı yapmıştı. Bu inisiyatif sadece haklı çıkmakla kalmadı. Geliştirilmesi acil bir hal aldı.

5) Trump’ı yenmek, demokratik hakları savunmak, faşizmi ve savaşı önlemek için gereken strateji, örgütlenme ve eylem kendiliğinden ortaya çıkmayacaktır. Bu program uğruna mücadele edilmelidir. Ancak bu mücadeleyi üstlenmek ve yürütmek için gereken kararlılık, karamsarlık ve moral bozukluğu ile bağdaşmaz. Bu ruh halleri felce yol açar. Dahası, karamsarlık her zaman gerçekliğin yüzeysel ve yanlış değerlendirilmesiyle bağlantılıdır. Demokratlar, sendikalar ve medya, ısrarla hiçbir şey yapılamayacağını savunurken, her şeye gücü yeten bir hükümet efsanesini beslemektedir. Bu bir yalandır. Eksik olan şey kitlesel muhalefet değil, Trump’ın demokratik haklara yönelik saldırısına karşı mücadeleyi yönlendirecek ve örgütleyecek bir siyasi stratejidir.

Sosyalist Eşitlik Partisi, Trump ve onun temsil ettiği yozlaşmış oligarşiye karşı mücadelenin temeli olarak bu programı öne sürüyor. Programımız karamsarlar, şüpheciler ve morali bozuklar için değil, işçiler, öğrenciler, gençler, meslek sahipleri, sanatçılar ve aydınlar arasındaki savaşçılar içindir. Kaybedecek zaman yok.

Bu perspektifle aynı fikirde olan tüm işçileri ve gençleri Sosyalist Eşitlik Partisi’ne katılmaya, işçi sınıfının gücünü seferber etmeye, oligarkların komplosunu yenilgiye uğratmaya ve faşizm, soykırım ve savaşın olmadığı sosyalist bir gelecek uğruna mücadele etmeye çağırıyoruz.

Loading