Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 26 Ekim Pazar günü yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti ile sürdürülen müzakerelerde ikinci aşamaya geçilmesi amacıyla örgütün “ön açıcı yeni pratik adımlar” atma ve “Türkiye’deki tüm güçleri”ni ülke dışına çıkarma kararı aldığını duyurdu.
Açıklamada “… demokratik siyasete katılabilmek için gerekli özgürlük ve demokratik entegrasyon yasaları gecikmeden çıkarılmalıdır,” denildi.
Açıklamanın ardından basın mensuplarının sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok, taleplerini şöyle sıraladı: 1) “PKK’ye özgü ya da sürece özgü özel yasalar” çıkarılmalı. 2) “Önder Apo [hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan] … bir an önce fiziki özgürlüğüne kavuşmalı.” 3) “Meclis Komisyonu bir an önce Önder Apo’nun yanına gitmeli ve dinlemeli.”
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan yaptıkları açıklamada kararı “tarihi” olarak niteleyerek şunları belirttiler: “Gelinen noktada, sürecin birinci aşaması kapanmıştır. Çekilmenin tamamlanmasıyla yeni bir sayfa açılmıştır. … Çok daha kritik ve hayati bir aşama olan ikinci aşamaya geçiş zamanıdır. Yani hukuki ve siyasal adımlarla toplumsal barışa geçiş zamanıdır.”
DEM Parti hükümetten beklentilerini, Öcalan için “özgür çalışma koşulları”nın oluşturulması, medyada “ayrıştırıcı yayınlar yerine kapsayıcı yayıncılık anlayışının tercih” edilmesi, “geçiş hukuku ve demokratik entegrasyon yasalarının hayata geçirilmesi” olarak sıraladı.
Öcalan ile en son 3 Ekim’de görüşen DEM Parti İmralı Heyeti perşembe akşamı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın ile müzakere sürecinin bir parçası olarak görüştü.
DEM Parti’den yapılan açıklamada “Görüşmede, Barış ve Demokratik Toplum Sürecinde gelinen aşama ve bundan sonra yapılması gerekenler üzerine kapsamlı değerlendirmelerde bulunduk. Sürecin daha hızlı ve sağlıklı ilerlemesini sağlayacak adımların atılması konusunda karşılıklı anlayış ve fikir birliği içinde olduğumuzu memnuniyetle belirtmek isteriz,” denildi.
Gerçek şu ki, müzakerelerin “barış ve demokrasi” arayışı ile hiçbir ilişkisi bulunmuyor. DEM Parti’nin önceli olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) hapisteki eski lideri Selahattin Demirtaş‘ın perşembe günkü açıklaması da buna tanıklık etmektedir.
Müzakereleri destekleyen Demirtaş, beklentilerinin gerçekleşmemesinden duyduğu hayal kırıklığını şöyle ifade etti: “Yetmedi, muhalefete yönelik ve özellikle CHP’yi hedefe koyan operasyonlarla ayrışma iyice derinleştirildi. 30 yıllık hapis cezalarını bitirmiş siyasi mahpuslar, hasta mahpuslar bile cezaevinden çıkamadılar. Kayyım atanmış tek bir belediye bile halka iade edilmedi. Kürt – Türk kardeşliği pekiştirilmeden, üstüne Türk – Türk ayrışması eklendi.”
Türk egemen seçkinleri, müzakereleri başından beri “terörsüz Türkiye” söylemi çerçevesindeki bir güvenlik meselesi olarak ele alıyorlar. Erdoğan PKK’nin açıklamasından bir gün önce yaptığı konuşmada “Terör musibetinden ülkemizi kurtardık mı? Terör bataklığını 86 milyon ele ele verip hep birlikte kurtarmaya devam edecek miyiz? Bu noktada sabırlıyız, samimiyiz, soğukkanlı bir şekilde menzile yürüyoruz…. Önce terörsüz Türkiye’yi, ardından da terörsüz bölgeyi en kalıcı eserimiz olarak … kazandıracağız,” dedi.
Ankara, Ortadoğu’da ABD emperyalizminin planlarıyla uyumlu hareket ederken, İsrail ile artan rekabette Türkiye’nin elini güçlendirmeye çalışıyor. Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump ile “dostluğunu” pekiştirmeye çalışırken onun Gazze “anlaşması”na tam destek verdi. Aynı anda Ankara, Öcalan’ın kritik yardımıyla, PKK önderliğindeki Kürt hareketini bir düşmandan müttefike çevirmeye çalışıyor.
Erdoğan geçtiğimiz yıl müzakereler ilk gündeme geldiğinde “Haritalar yeniden kanla çizilmek istenirken, İsrail’in Gazze’den Lübnan’a taşıdığı savaş sınırlarımıza yaklaşırken, iç cephemizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz. Türkiye ortak paydasında 85 milyon olarak bir araya gelelim istiyoruz,” demişti.
11 Temmuz’daki PKK’nin silah bırakma törenine atfen de Erdoğan “Bugün tarihte yeni bir sayfa açılmıştır. Bugün büyük Türkiye’nin, güçlü Türkiye’nin, Türkiye Yüzyılı’nın kapıları ardına kadar aralanmıştır,” demiş ve “Türk-Kürt-Arap ittifakı“ perspektifini ileri sürmüştü.
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık da müzakerelerin başlatılma dürtüsünü aynı jeopolitik temele yerleştirmektedir. 28 Ekim’de Fırat Haber Ajansı’na konuşan Bayık şunları belirtti: “İsrail ile Araplar arasındaki İbrahimi Anlaşma’sı Türkiye’nin jeopolitik konumuna dayanan bu en temel gücünün zayıflaması anlamına geliyordu… Buna bir de Hindistan’daki zirvede belirlenen enerji yolunun [Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru] Türkiye dışından geçirilmesi durumu eklenince, Türkiye için gerçek anlamda bir beka sorunu ortaya çıktı.”
Bayık şunları ekliyordu: “Önceleri Kürt Özgürlük Hareketini [PKK] ezmek için beka konusu bir saldırı aracı haline getirilmişken, şimdi gerçekten de bir beka sorunuyla karşı karşıya gelmişlerdir. İsrail, Hamas’ı ve Hizbullah’ı etkisizleştirip Ortadoğu’da etkinliğini artırınca da Kürtlerle yürüttükleri savaşın bedelinin ağır olacağı korkusuna kapıldılar.”
İsrail’in Suriye’de etkisini artırdığı ve Suriyeli Kürtleri “doğal müttefik” ilan ettiği koşullarda Ankara, PKK’nin kardeş örgütü Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) de silah bırakıp Şam’daki El Kaide kökenli Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) rejimine tabi olmasını talep ediyor. Ankara, aksi durumda SDG’ye karşı askeri harekât düzenleyeceği tehdidinde bulunuyor. Basında çıkan haberlere göre HTŞ ile SDG arasında entegrasyon konusunda anlaşma sağlandı. Buna göre SDG, 3 tümen, 3 tugay ve genel kurmay komutasında yüzde 30 pay alarak Suriye ordusuna entegre olacak.
Suriye’nin kuzeydoğusunda SDG’nin kontrol ettiği bölgede halen silahlı kuvvetleri ve üsleri bulunan ABD de Ankara ile PKK arasındaki müzakereleri destekliyor ve SDG’nin Şam’la anlaşmaya varmasını savunuyor. 2003’te Irak’ı istila eden, 2011’de Suriye’de rejim değişikliği savaşını kışkırtan ve Ekim 2023’ten beri Gazze’deki soykırımın arkasındaki başlıca güç olan ABD’nin politikasına, Ortadoğu’yu kendisinin tam emperyalist hakimiyeti altına alma dürtüsü yön veriyor. Bu, bölgedeki müttefiklerini hedef tahtasındaki İran’a karşı birleştirmek ve Rusya ile Çin’in Ortadoğu’daki etkisini ortadan kaldırmak anlamına gelmektedir. ABD emperyalizminin bölgedeki iki kritik müttefiki olan Türkiye ile İsrail’in savaşa kadar gidebilecek bir çarpışma rotasına girmesi, Washington’ın tüm planlarını ve çıkarlarını altüst edebilir.
Türkiye ile İsrail arasında artan rekabetin ve çıkar çatışmasının Ankara-PKK müzakerelerinin başlatılmasında oynadığı rol açıktır. Bununla birlikte, aynı İsrail gibi ABD emperyalizminin hizmetinde, kendi gerici çıkarlarının peşinde koşan Türk ve Kürt seçkinlerinin politikalarının hiçbir ilerici rolü yoktur. Onlar, Türk, Kürt ve diğer halkların barış, demokrasi ve toplumsal eşitlik özlemlerini gerçekleştirmekten doğaları gereği acizdirler ve buna karşıdırlar. Emperyalizme ve Siyonizme tutarlı bir şekilde karşı çıkmak şöyle dursun, onlarla işbirliği yapmaktadırlar.
Emperyalizme ve Siyonizme karşı çıkmak ve gerçek barış, demokrasi ve toplumsal eşitlik uğruna mücadele etmek, Ortadoğu’daki işçilerin emperyalist ülkelerdeki sınıf kardeşleriyle, tüm kapitalist partilerden ve çıkarlardan bağımsız, sosyalist bir program temelinde birleştirilip seferber edilmesini gerektirmektedir. Sosyalist Eşitlik Partisi – Dördüncü Enternasyonal’in uğruna mücadele ettiği perspektif budur.
