Perşembe günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Soner Yalçın, Şaban Sevinç, Aslı Aydıntaşbaş, Ruşen Çakır, Yavuz Oğhan ve Batuhan Çolak gibi tanınmış gazetecileri ifadeye çağırdı.
Gazetecilere “yalan bilgiyi alenen yayma” ve “suç örgütüne yardım etme” suçlamaları yöneltildi. İfadesi alınan gazeteciler yurt dışına çıkış yasağı getirilerek serbest bırakılırken bazılarının telefonlarına el kondu.
Başsavcılık, gazetecilere yönelik operasyonun, “İmamoğlu Çıkar Amaçlı suç örgütüne yönelik yürütülmekte olan soruşturma” kapsamında yapıldığını duyurdu. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, “yolsuzluk” gerekçeli siyasi bir tutuklamayla mart ayından beri hapiste bulunuyor. Ayrıca İmamoğlu hakkında ekim ayı sonunda “casusluk” iddiasıyla ayrı bir tutuklama kararı verildi.
Artan siyasi tutuklamalar, gazetecilere yönelik operasyon ve basın özgürlüğüne artan saldırılar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin yargıyı, otoriter bir başkanlık rejimi inşası için kullanma adımlarının bir parçasını oluşturuyor.
Avukat Hüseyin Ersöz, gazetecilerin sabah erken saatlerde polis tarafından evlerinden alınmasıyla ilgili şunları söyledi: “Gazeteci Yavuz Oğhan, adı ‘gözaltı’ olmayan ama son dönemde sıkça örneğine rastladığımız ‘fiili gözaltı’ diyebileceğimiz bir şekilde saat 6:45’de polis tarafından evlerinden alındı. Yavuz Oğhan’ın evinde bir arama işlemi gerçekleştirilmedi. İfadesine başvurulmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürüleceği bilgisi verildi. Kendisiyle avukat görüşü yapmak istediğimizde ise ‘operasyonun devam ettiği, 1 saat sonra görüşebileceğimiz’ ifade edildi.”
Basın örgütleri gazetecilere yönelik sindirme operasyonuna tepki gösterdi. Türkiye Gazeteciler Sendikası, “Gazeteciler işlerini yapar, halkı bilgilendirir. Uydurma gözaltı kararları itibarsızlaştırma politikasıdır. Kabul etmiyoruz! Gazetecilik Suç Değildir,” dedi.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu ise “Sonu gelmez operasyonlarla, eleştirel gazeteciliği hedef haline getirilmesi ve habercilikten yaşayanların gözden düşürülmeye yeltenilmesi kabul edilemez bir haksızlıktır. Yargı bu siyasi gölgeden arındırılmadıkça gazeteciler ve adalet ağır şekilde zarar görmeye devam edecek” ifadelerini kullandı.
Gazetecilerin sabah baskınlarıyla ifadeye çağrılması basına ve muhalefete yönelik bir gözdağıdır. İmamoğlu’na karşı yürütülen son “siyasi casusluk soruşturması”nın da ortaya koyduğu gibi olağan seçim çalışmaları ve buna ilişkin gazetecilik faaliyeti suç gösterilmeye çalışılmaktadır.
Dünya Sosyalist Web Sitesi, uzlaşmaz siyasi farklılıklara sahip olduğu gazetecilere yönelik baskı ve sindirme operasyonlarını kınamaktadır. Gazetecilerin haberleri ve makaleleri için suçlanması, basın özgürlüğünün büyük tehdit altında olduğunu göstermektedir ve buna ilkesel olarak karşı çıkılmalıdır.
Aynı “casusluk” soruşturması kapsamında gazeteci Merdan Yanardağ ekim sonunda tutuklanırken genel yayın yönetmenliğini yaptığı TELE1 televizyon kanalına kayyım atandı. Kanal ulusal çapta yayın yapan az sayıdaki muhalif kanaldan biriydi ve hükümetin baskısı altındaydı.
Erdoğan hükümeti bir yandan yargıyı siyaset ve medya kurumunu sindirmek için kullanırken hukukun bağımsızlığından söz ediyor. Diğer yandan ise kendi aleyhine bir karar çıktığında Anayasa’yı tanımayarak hukuku ayaklar altına alıyor.
Bunun son örneği olarak, perşembe günü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, ülkenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Tayfun Kahraman’a yönelik hak ihlali ve tahliye kararını tanımadığını açıkladı. Kahraman 2022’de “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım”dan 18 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Davaya konu olan 2013 Gezi Parkı protestoları, Taksim Meydanı’ndaki Gezi Parkı’nı bir alışveriş merkezi olarak yeniden biçimlendirme planlarına karşı başlamıştı. Protestolar, kısa süre içinde, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin otoriter politikalarına ve artan toplumsal eşitsizliğe yönelik daha geniş bir hoşnutsuzluğun odak noktası haline geldi. Mayıs-Haziran 2013’te 81 şehrin neredeyse tamamında toplamda milyonlarca kişi gösterilere katıldı. Kahraman protestolar sırasında Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi başkanıydı.
Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz ay Resmi Gazete’de yayımlanan gerekçeli kararında, milyonlarca insanın katıldığı söz konusu protestolarda yaşanan şiddet olayları ile Kahraman’ın eylemleri arasında illiyet bağı kurulmadığı sürece olaylardan onun doğrudan sorumlu tutulamayacağına işaret etti. Mahkeme Kahraman hakkında daha önce de infazın durdurulması, tahliye edilmesi ve yeniden yargılama yapılması yönünde bir karar açıklamıştı.
Türkiye Barolar Birliği, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan hakimlerin görevden el çektirilmesi çağrısı yaparken CHP Genel Başkanı Özgür Özel “Bugün Türkiye Cumhuriyeti tarihinin anayasasızlaştırma, kuralsızlaştırma, kurumsuzlaştırma sürecinde bir eşik atlanıyor,” dedi. Özel ayrıca hükümetin yargıya müdahalesini ima ederek “Bir yerlerden talimat bekliyorlar, mütalaa yazmıyorlar,” diye ekledi.
Hükümetin, diğer siyasi davalarda olduğu gibi, Gezi Parkı davasının siyasi mahpuslarına yönelik Anayasa’yı hiçe sayan bu kan davası ve basını sindirme operasyonları, artan toplumsal hoşnutsuzluk ve muhalefet karşısında önlem alma çabalarını ifade etmektedir.
Dünya çapında savaşa, soykırıma, diktatörlüğe ve toplumsal eşitsizliğe karşı artan bir muhalefet var. Eşitsizliğe ve demokratik haklara yönelik saldırılara karşı Afrika ve Asya’da Z kuşağı eylemleri hükümetleri sarsıyor.
Ekim 2023’ten bu yana Amerika’dan Avrupa’ya ve Avustralya’ya kadar milyonlarca işçi ve genç İsrail’in Gazze soykırımına ve hükümetlerinin soykırımdaki işbirliğine karşı protestolar ve grevler düzenledi. ABD’de ise Donald Trump’ın faşist bir diktatörlük kurma girişimine karşı 18 Ekim’de yaklaşık 7 milyon kişi “Krallara Hayır” protestolarına katıldı.
Türkiye’de de geçtiğimiz mart ayında İmamoğlu’nun tutuklanmasını seçme-seçilme başta olmak üzere demokratik haklara yönelik bir saldırı olarak gören gençlerin başını çektiği milyonlarca kişi protestolara ve eylemlere katıldı. Aynı anda hükümetin şiddetli sınıf savaşı programı ve hayat pahalılığı, işçileri sendikal bürokrasiye meydan okuyan eylemlere itiyor. Egemen sınıflar, her yerde, işçiler ve gençler arasında artan radikalleşmeye demokratik haklara saldırıp diktatörlük inşasıyla yanıt veriyorlar.
İşçi sınıfı, buna, uluslararası sosyalist bir program temelinde kendi bağımsız siyasi seferberliğiyle yanıt vermelidir. Erdoğan hükümetinin artan baskılarına karşı çıkma ve demokratik hakları savunma mücadelesi, bu baskının kaynağı olan kapitalist sistemi ve aynı egemen sınıfın çıkarlarını savunan düzen partilerinden tam bir siyasi kopuş olmaksızın ilerletilemez.
