İmamoğlu ile Yanardağ’ın casusluk iddiasıyla tutuklanması ve sosyalist perspektif

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin yargıyı, demokratik haklara yönelik saldırılar ve otoriter bir başkanlık rejimi inşası için kullanma adımları, cuma günü başlatılan “siyasi casusluk soruşturması” ile yeni bir boyuta tırmandı.

Casusluk soruşturması kapsamında, “yolsuzluk” gerekçeli siyasi bir tutuklamayla mart ayından beri hapiste bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ve onun seçim kampanyasının direktörü Necati Özkan hakkında tutuklama kararı verildi.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 31 Ocak 2025 tarihinde İstanbul Adalet Sarayı önünde konuşma yaparken. [Photo: X / @ekrem_imamoglu]

Soruşturma kapsamında ayrıca hükümete muhalif gazeteci Merdan Yanardağ da tutuklanırken genel yayın yönetmenliğini yaptığı TELE1 televizyon kanalına kayyım atandı. TELE1 ulusal çapta yayın yapan az sayıdaki muhalif kanaldan biriydi ve Yanardağ ile kanalı uzun süredir hükümetin baskısı altındaydı.

Bu operasyonun siyasi niteliği, Yanardağ henüz “casusluk” iddiasıyla gözaltına alınmışken İstanbul Başsavcılığının onu “suçlu” ilan eden ve bu gerekçeyle kanala kayyım atayan şu açıklamasıyla ortaya kondu:

TELE1 isimli TV kanalında genel yayın yönetmeni olan ve casusluk suçundan gözaltına alınan şüpheli Merdan Yanardağ’ın söz ve eylemleriyle birçok kez suç işlediği, kanalın fiili kullanıcısı olduğu, resmi kayıtlarda oğlu Alp Yanardağ’ın şirket sahibi olarak göründüğü, bu suçlarda da TELE1 isimli TV kanalını kullandığı gerekçesiyle kanalın sahibi olan ABC Radyo Televizyon ve Dijital Yayıncılık Anonim Şirketi’ne, İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’nce bugün verilen kararla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun yönetim kayyımı olarak atanmasına karar verilmiştir.

Soruşturma 4 Temmuz 2025’te casusluk suçundan tutuklanan ve Britanya, ABD ve İsrail gibi ülkeler lehine ajanlık faaliyetlerinde bulunduğu iddia edilen Hüseyin Gün adlı şahıstan elde edilen dijital materyallere ve Gün’ün yaptığı görüşmelere dayandırılıyor. Gün’ün “Ortadoğu Ülkeleri, Afrika Ülkeleri ve Ülkemiz [Türkiye] ile alakalı konularda toplamış olduğu bilgileri istihbari faaliyet gösterdiği tespit edilen yabancı bir ülkeye mensup şahıslara aktardığı” iddia ediliyor.

İmamoğlu ile danışmanı Özkan’ın Gün ile “2019 yerel seçim kampanyasında işbirliği yapmak” ve seçmenlere ait bilgileri Gün ile paylaşmak yoluyla suça ortak olduğu iddia ediliyor. Seçmen profili çıkarma, raporlama ve sosyal medya analizi gibi olağan seçim kampanyası faaliyetleri suç olarak gösteriyor. Bu “ajanlık” iddialarına karşın Ankara, NATO müttefikleri Londra veya Washington’dan resmi bir açıklama talep etmiş değil. 2019’da AKP’nin talebiyle hukuksuzca tekrarlanan İstanbul seçimlerini İmamoğlu 800 bin oy farkla kazanmıştı.

Gazeteci Yanardağ’ın ise Gün’le ilişki içinde “seçim sürecinin basın ayağını organize ettiği ve 2019 yerel seçimlerinde yabancı istihbarat servisleri ile iştirak halinde seçimlerin manipüle edilmesi noktasında faaliyette bulunduğu ve bu şekilde casusluk suçunu işlediği” suçlaması yapılıyor.

Cumhuriyet gazetesi köşe yazarı Barış Terkoğlu, Yanardağ’a yönelik suçlamaların asılsız olduğunu belirttiği yazısında, Gün’ün verdiği ifadede kendisinin bizzat devletin savunma sanayisiyle ilişkili olduğunun görüldüğüne dikkat çekerek şöyle yazdı: “Gün’ün ‘aile dostum’, ‘birlikte şirket kurduk’ dediği [Latif Aral] Aliş, savunma sanayinde herkesin bildiği Sarsılmaz Savunma’nın sahibi. ATAK, HÜRKUŞ, HÜRJET, KAAN gibi projelerde devletle birlikte çalışıyor.”

Casusluk operasyonuyla, İmamoğlu ve onun Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) karşı ezici bir şekilde kazandığı seçim sonucu itibarsızlaştırılırken İBB’ye kayyım atanmasına zemin hazırlanıyor. 19 Mart’ta İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına karşı ülke genelinde kitlesel protestolar patlak verirken, İmamoğlu kendisine yöneltilen “terör” suçlamasından tutuklanmadığı için belediye kayyım atanamamıştı.

İmamoğlu sorgusunda “Benim nazarımda casusluk vatan hainliği ile eşdeğerdir” diyerek suçlamaları reddetti ve “Roma’yı yakmam [bu suçlamalardan] daha gerçekçi” dedi.

İmamoğlu ayrıca “Şahsın [Hüseyin Gün] 15 gün içinde bütün kampanyamı yönlendirmesi ve etkilemesi kesinlikle akla mantığa uygun değildir. Çünkü ben o dönem yedi aylık bir seçim kampanyası gerçekleştirmiştim. Bütün kampanya süremin adeta çöpe atılarak sadece 15 güne indirmesi hayatın olağan akışına uygun değildir,” diyerek suçlamaların temelsiz olduğunu savundu.

Gazeteci Yanardağ ise ifadesinde, gençlik yıllarından beri “emperyalizm ve siyonizme karşı mücadele” ettiğini söyleyerek, “Ben sol görüşlü ve yurtsever bir gazeteciyim. Ülkemin aleyhine, halkımızın aleyhine herhangi bir faaliyet içeresinde olmam düşünülemez,” dedi.

Merdan Yanardağ [Photo: Tele 1]

TELE1 kanalının yönetimine hükümet yanlısı Yeni Şafak yazarı İbrahim Paşalı getirildi. Banttan yayına geçen kanalın YouTube arşivi cumartesi silindi ve ardından YouTube hesabı kapatıldı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel tutuklama kararının ardından yaptığı açıklamada “Arkadaşlarımıza atılan hırsızlık, yolsuzluk iftiraları tutmayınca şimdi … son çare casusluk iftirasına sarıldılar,” dedi.

Suçlamaları reddeden Özel, veriler yurt dışı istihbaratı ile bağlı bir kişiyle paylaşıldığı için birileri yargılanacaksa “ilk başta MİT’in [Milli İstihbarat Teşkilatı] bütün verilerini çaldıran önceki MİT Başkanı Hakan Fidan [şu anki Dışişleri Bakanı] yargılanmalıdır. … En başta da Recep Tayyip Erdoğan yargılanmalıdır,” diye ekledi.

Erdoğan hükümeti ile hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan arasındaki müzakerelere arabuluculuk yapan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nden (DEM Parti) yapılan açıklamada ise “Ülkede adalet terazisinin ne kadar bozulduğunu gösteren bir başka yargısal operasyonun devreye konulduğu açıktır. Hukukun görevi adaleti sağlamak olmalıdır. Ancak maalesef Türkiye’de yargı mekanizmaları uzun zamandır siyaseti şekillendirme aracı olarak kullanılmaktadır,” denildi.

Ekim ayının ortasında, DEM Parti’nin Öcalan ile görüşen “İmralı Heyeti” üyesi ve milletvekili Pervin Buldan’ın müzakerelere eleştirel yaklaşan basınla ilgili sözleri, hükümete sansür çağrısı olarak görülerek sert eleştirilere yol açmıştı. Buldan, “[Öcalan] Hâlâ birçok kanalın ve yorumcunun geçmişteki düşmanca dili sürdürdüğünü ve bu çevrelerin derdinin çözüm ve barış olmadığını, hamaset ve düşmanlık olduğunu açıkça ifade etti,” demişti.

Buldan şöyle devam ediyordu: “Bazı yorumcuların, habercilerin, kanalların sürecin aleyhine yorumlar, ifadeler kullanması bizim çözeceğimiz bir sorun değil. Çünkü baktığımızda bugün medya da hükümetin elinde, yargı da AKP’nin elinde. Her gücü olan, yaşamın her alanına hakim olan bir iktidardan bahsediyoruz. Dolayısıyla bütün bunları iyileştirmek, ortadan kaldırmak yine iktidarın görevi. Ama bu konuda da bir ilerleme kaydedilmediğini de belirtmek istiyorum.”

İmamoğlu ve Yanardağ’ın şüpheli “casusluk” iddialarıyla tutuklanması ve TELE1 kanalına kayyım atanması, adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi, basın ve ifade özgürlüğü gibi temel demokratik haklara yönelik açık bir saldırı niteliğindedir.

Bu saldırının sınıfsal ve küresel karakterinin kavranması, onunla nasıl mücadele edilebileceğinin anlaşılması bakımından elzemdir. Türkiye’de hız kazanan otoriter rejim inşası, esasen, küresel kapitalist sistemin ve burjuva egemenliğinin krizinden kaynaklanmaktadır ve dünya çapında otoriter ve aşırı sağcı eğilimlerin güç kazanması sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Erdoğan hükümetinin demokratik hakları giderek ortadan kaldırması, işçi sınıfına karşı şiddetlenen sınıf savaşı ile sıkıca bağlantılıdır ve esasen tabandan gelen muhalefeti hedef almaktadır. Artan toplumsal eşitsizlik, büyüyen halk muhalefeti ve gelişmekte olan küresel savaş koşullarında, egemen sınıflar, her yerde, çıkarlarını sınırlı da olsa demokratik yönetim biçimleriyle koruyamayacakları sonucuna varıyorlar.

ABD’de faşist Başkan Donald Trump’ın göreve başlaması ve mali oligarşinin çıkarları doğrultusunda bir başkanlık diktatörlüğü inşa etmeye girişmesiyle bu eğilim dünya çapında hız kazanmıştır.

İmamoğlu’nun mart ayında tutuklanması, Erdoğan’ın Trump ile telefon görüşmesinden birkaç gün sonra gelmişti. Bu son operasyon ise, Erdoğan’ın eylül sonunda Trump tarafından Beyaz Saray’da ağırlanmasının ardından geldi. Erdoğan Trump’ın Gazze anlaşmasına tam destek verirken, içeride atacağı adımlara Washington’dan bir itiraz gelmemesini garantiye alıyordu. Bu yeni sömürgeci anlaşma, CHP ve DEM Parti tarafından da desteklendi.

Taktiksel farklılıkları ne olursa olsun, bütün kapitalist düzen partileri, emperyalist güçlerle ittifak içinde ve işçi sınıfına karşı, otoriter rejim ve savaş yöneliminin bir parçasıdır. Hükümetin artan baskısı altında olan CHP, Erdoğan ile bir uzlaşma yolu bulmaya çalışmakta ve NATO yanlısı karakterinin ısrarla altını çiziyor.

DEM Parti ise, zorunlu eleştiriler getirdiği Erdoğan hükümetinin Kürt meselesini çözüp bir demokratikleşme ve barış ortamı sağlayabileceği yanılsamasını besliyor. Her iki parti de işçi sınıfı ve gençlik içinde büyüyen öfke ve muhalefeti kapitalist düzen siyaseti ve seçim çıkmazına yönlendirmeye çalışıyor.

Otoriter rejim inşasına ve hükümetlerin anti-demokratik saldırılarına yönelik toplumsal muhalefet de küresel bir karakterdedir. 18 Ekim’de ABD’de Trump’a karşı düzenlenen “Krallara Hayır” protestolarına tahminen 7 milyon kişi katıldı. Türkiye’de İmamoğlu’nun tutuklanması üzerine haftalarca süren kitlesel protestolara milyonlarca kişinin katıldığı tahmin ediliyor.

Kritik mesele, gelişen kitlesel hareketin devrimci bir perspektifle donatılmasıdır. Demokratik ve sosyal hakları güvence altına almanın tek yolu, iktidarın işçi sınıfına aktarılmasından geçmektedir. Bu, ister iktidarda ister “muhalefet”te olsun, işçilerin tüm kapitalist partilerden bağımsız, uluslararası sosyalist bir program uğruna mücadelede seferber edilmesini gerektirmektedir. Sosyalist Eşitlik Partisi – Dördüncü Enternasyonal’in uğruna mücadele ettiği perspektif budur.

Loading